Pazartesi, Temmuz 31, 2006

Kadının Sesi Yok(!)

Türkiye Cumhuriyet' inin kadına sağlanan medeni haklar ve kadın erkek eşitliği konusunda pek çok "uygar" ülkeden daha önce davranmış olduğunu, Atatürk' ün çağdaşlaşma sürecinde kadına verdiği önemi bilir, modern Türkiye denince hemen bunu örnek gösterir, bir de üstüne ne kadar uygar bir ülke olduğumuza ilişkin ahkam keseriz. Ancak bununla birlikte geleneksel düzen içinde kadınlarımızın kendilerine sağlanan bu hakların ne kadarını kullanabildiğini, ne kadarına sahip çıkabildiğini ya da daha doğrusu çıkamadığını da biliriz. Biliriz de aceba kaçımız kadınlarımızın bu haklarını içselleştirmesi için çaba sarf ederiz. Duygu Asena bu ülkede ezilen, aşağılanan, toplumsal ve mesleki alanda ikinci plana itilen, ayrımcılığa maruz kalan kalan kadının sesi olarak, kadınların haklarını içselleştirmeleri ve gerçek anlamda hak ettikleri yere gelmeleri için çaba sarf etti. O bir aktivistti, o yaşamını kadının herşeyden önce kendi değerini anlaması, geleneksel inanç ve değerlerle örülmüş kozasını delmesi, kadının kendi kimliğini bulması için harcadı. Onun açtığı yoldan pek çok kadın, pek çok genç kız ilerledi. Kadına yönelik şiddet artık gündemde yer bulabiliyorsa, kadınlar iş hayatında erkeklerle birlikte mücadele edip, rüştünü ispatlayabiliyorsa, kendi bedeninden utanmadan kendini sevebiliyorsa Duygu Asena önemli adımlar atmış, Maslow' un hiyerarşisinde piramitin en üstüne çıkmış demektir. Duygu Asena kendini gerçekleştirdi, ancak onun amacı bu ülkedeki kadınların kendini gerçekleştirmesiydi.
"Feminizm" kavramının ülkemizde yerleşmesi, 8 Mart Kadınlar Gününün kutlanması ve kadın sorunlarının tartışılır hale gelmesi onun çalışmaları sonucunda olmuş, kitleler tarafından onun yazıları ile benimsenmiştir.
Bu güne değin kadının sesi olan Duygu Asena bedenen artık aramızda değil, ancak onun kitapları, onun yazıları pek çok kadına yol göstermeye devam edecek. Kadınlarımız kendi seslerini artık kendileri haykıracak.

Kana KANAğlıyor

Bir gün önce gündemden yalıtılmış olmayı tercih ettiğim için bu sabah, uzak kaldığım haberleri takip etmek amacıyla actigim haber kanalı Lübnan' ın Kana Kasabasına bomba atıldığını ve bu saldırı sonucu 60'tan fazla sivilin hayatını kaybettiğini öğrendiğimde ben de kurşun yemişe döndüm. Yok mu artık bir "baba yiğit" şu katliama son verecek diye düşünürken çok sevgili BM ve kendilerini güç zanneden bazı devletler sonunda İsrail' in yaptıklarını "kına"yabildi. Kana kanağlıyorken İsrail de uluslar arsı düzlemde kınanıyordu. Bu büyük bir şeydi, zira 21. gününe gelmiş olan saldırılar nasıl olduysa ilk kez kınanıyor; BM üzerindeki ölü toprağını, Kana'da ölenlerin üzerine atıyordu. İsrail çok korktuğu (?) uluslar arsı topluma 48 saat Lübnan' a saldirmama sözü veriyor, hem Lübnan hem de uluslar arası toplumla kedi fare oyunu oynuyordu.Ulsusal basınımızın "kraldan çok kralcı" alametifarika yazarları bakalım şimdi ne inciler döktürecekler o meşhuur kalemlerinden.
Kana kan-a-ğlıyor, "Doğunun Limanları" yağmalanıyor...Bu yıkıma, kıyıma ve yağmalamaya sessiz kaldığı sürece "insanlık", kendisine atfedilen bu adın içini dolduramayacak, insan olmanın erdemini yerine getiremeyecektir.

Cuma, Temmuz 28, 2006

Lubnan için El Ele

Yıl 2001, Eylül Ayı'nın 11'i: Bir savaşın arkasında bıraktığı trajediyi izliyorum içimde buyuk bir acıyla Berlin' de Soykırım Müzesinde. Dünya' nın diğer ucunda, ABD' nin kalbinde emperyalizmin kaleleri yıkılıyor ve şehri kaplayan siren ve helikopter sesleri başka bir savaşın habercisi oluyor adeta. Nerede ve nereli olursa olsun içimi acıtıyor insanların birbirlerini öldürmeleri. İsrail halkının yaşamış olduğu acılar nasıl derin bir üzüntü yaşatıyorsa, kulelerde ölenler de öyle büyük bir elem yaratıyor kalbimde. Ama 11 Eylül günü yaşananların anlık bir olay değil, yeni bir savaşın tam tamları olduğunu biliyorum.
11 Eylül günü acılarını içimde hissettiğim İsrail ve ABD şimdi başka acılar yaşatıyor bana, başka halklar adına.Savaşın tam tamları büyüyerek yayılıyor tüm Dünya' ya. Başka canlar gidiyor Irak' ta, Filistin'de, Lübnan' da, Afganistan' da, başka soylar tükeniyor çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden Ortadoğu' nun sarı sıcak topraklarında. Arka mahallem duman altında, çocuk çığlıkları yükseliyor sokaklardan ama ne yazık ki bu çığlıkları duyup da yardıma koşan hiç kimse yok ortalıkta. Yine insanlar birbirini öldürüyor, kıyım devam ediyor ve ben bu kıyıma dur diyebilmek için bir şeyler yapabilmenin yollarını arıyorum. Ama bireysel olmuyor hiç bir şey, tek başına varamıyor insan İthake' ye, yanında birilerinin olması gerekiyor. İşte bu gereklilik lubnanicinelele@yahoogroups.com ile bir miktar karşılanıyor. En azindan arka mahallede olanlara sessiz kalmak istemeyen insanlar bir araya gelip, çözüm yolları arıyor. Çığlıkları duyup da yardım etmek isteyenler burada buluşuyor, sizi de bekleriz.

Çarşamba, Temmuz 26, 2006

KAOS GL Dergisinin Son Sayisi Yasaklandi

Yayın hayatına 1994' te başlayan Türkiye'nin tek eşcinsel dergisi Kaos GL'nin Yaz 2006 tarihli 28. sayısına, Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesince "genel ahlaka aykırı" gerekçesi ile el konulmuştur. Pornografinin sorgulandığı ve alanında uzman kalemlerin katkıda bulunduğu dergi “pornografik” bulunarak toplatılmıştır.
Kaos GL gerek bir sivil toplum örgütü olarak yaptığı çalışmalarla gerekse çıkarttığı Kaos GL Dergisi ve dernek bünyesinde gerçekleştirdiği çeşitli seminer ve eğitimlerle Türkiye' nin "demokratikleşme" sürecinde önemli bir rol oynamaktadır. Kaos GL Dergisi bir magazin dergisi değil, alanında uzman kişilerin yazılarına, bilimsel çalışmalara yer verilen politik bir duruşu bulunan bir dergi olması özelliği ile son sayısında "Pornografi" olgusuna yine eleştirel bir uslupla bakmaya çalışmış ancak bu yaklaşımı munzır bulunurak derginin son sayısına el konulmuştur.
Bastırılan cinsellikten sermayelenen "pornografi ticaretinin" cinselliğin tabulaştırılmaktan çıkartılması ve bireylerin cinsel kimliklerini özgürce ifade edebilmeleri, kendilerine yaşam alanları bulabilmeleri ile azalabileceğini düşünüyorum. Kaos GL Dergisinin cinsel kimliğin özgürce ifede edilmesine sağladığı alanları, politik ve bilimsel duruşu ile bundan sonra da yayın hayatına devam edeceğini umuyorum.
Mersin Limanı' na yanaşan geminin pencerelerinden el salliyor şanslı olan çocucuklar. Şanslılar çünkü onlar Lübnanlı ya da Iraklı değiller. Şanslılar çünkü onların kaçacak, sığınacak başka ocakları var, şanslılar çünkü yaşadıkları travmayı atlatmaları Lübnanlı, Iraklı, Afganistanlı kardeşleri kadar güç olmayacak ve şanslılar, çünkü savaşın ruhlarına yaptığı örselenmeyi küçük sıyrıklarla atlatacaklar, oysa ki babasının cesedi başında ağlayan Irkalı çocuğun bir yanı her daim sakat kalacak.
Savaş hangi amaçlara hizmet ederse etsin en çok çocukları vuruyor. Silah gölgesi altında serinleyen, havan toplarıyla futbol oynayan çocuklar kendilerini ötekileştiren karşı takıma gol atabilmek için gün sayıyor. Savaşın çocukları büyümüyor, içinde yatan korkularını büyütüyor. Savaşın çocukları terörü, savaşı çok iyi biliyor çünkü onlar savaş meydanında var olma savaşı veriyor.
BM Teskilatı Genel Kurulunca 1959 yılında kabul edilen Cocuk Haklari Bildirgesinde "Taraf Devletler, her çocuğun temel yaşama hakkının olduğunu kabul ederler; çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler" maddesi ilk sırada yer alıyor; ancak ne yazıktır ki BM' in liderliğine soyunan bu "taraf devletler" kendi "sözde" değerlerini çiğnerken; Lübnanlı, Iraklı, Afganistanlı çocuklara yaşama ve gelişme hakkı tanıma gereği duymuyor. Savaşın güneş karası çocukları BM'in "batılı" ülkelerinde kendilerinin ya da ana-babalarının sahip oldukları "ırk", "renk", "dil", "din", "ulusal, etnik ve sosyal köken" nedeniyle potansiyel terörist olarak değerlendiriliyor, çoğu zaman ayrımcılıkla karşılaşıyor. Bu çocuklar bir yitik kuşak olarak görülüyor.
Savaş, sadece mekanları değil, içindekileri de alıp götürüyor ve savaşın karanlık yüzü bir kez daha çocukları vuruyor...
25.07.2006

Pazartesi, Temmuz 24, 2006

Uzun bir bekleyisten, kisa bir calismadan sonra sonunda ben de blog sahibi bir sahsiyet oldum. Bu sitede, politik ve sosyal psikolojiye, genel psikolojiye, eğitime, sinemaya, müziğe, yemeğe,mekana kisaca hayata dair guncel yazilarima yer vereceğim. Bu nedenle diyebilirim ki insana ve hayata dair her sey bu sitenin konusu olarak islenip yeni bir urune donusebilir: bazen gunluk, sicacik bir poğaca bazen de bir gazete gibi. Ne diyeyim yapmasi benden...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails