Çarşamba, Mayıs 30, 2007

Ezgi'ye alternatif, "alternatif İstanbul"...

bir uyurgezer olup, gecenin ücra saatlerinde dolaşmak istiyorum İstanbul'u boydan boya kimse uyanmasın diye giymiyorum ayakkabılarımı koşarken Beyoğlu sokaklarında hoyratça, Sultanahmet Meydanı'nda dans etmek istiyorum arınmışçasına tüm günahlarımdan, ve bitmeyen aşk şarkıları söylemek istiyorum Süleymaniye Camisi'nin minaresinden sevgi sözcükleri fırlatırken surların tepesinden seyretmek istiyorum Galata Kulesi'yle Kız Kulesi'nin valsini meydan okurcasına tüm aşıklara, ve Galata Köprüsü'nün üzerinden torba torba hayallerimi boşaltırken denize, veda etmek istiyorumü hiç görmediğim İstanbul'a. 10.02.1996 sene 96'da bunları yazmışım o zamanlar fotoğraflar ve filmler haricinde hiç görmediğim İstanbul için. Oysa şimdi ne mutlu ki böylesine aşık olduğum bu şehri doyasıya yaşayabilecek fırsatlarım oluyor, olmasa da yaratıyorum. Platonik yaşamıyorum yani artık bu aşkı, biliyorum ki karşılıklı...:-)). Hep Ezgi'nin www.alternatif-istanbul.net' inde mi olacak o güzelim İstanbul fotoğrafları? Biraz da biz gösterelim marifetlerimizi, kente dair izlenimlerimizi...Anlayın işte, kıskanıyorum...:))

Salı, Mayıs 29, 2007

Bir dondurma reklamına itirazımdır.Lütfen kayda alına!

Bugün canım Ali Atıf 1'lik yapmak istedi. Çünkü öyle bir reklam var ki bir kadın olarak onun üzerine laf etmemek olmaz.Olamaz :). Adamlar düpedüz bizi salak, beyinsiz yerine koyup dalga geçmiş. Hangi reklam ajansı hazırladı bilmiyorum, camianın o kadar içinde değilim ama bir izleyici olarak hem ajansa hem de ajanstan o projeyi satın alan şirkete söylemek istediklerim var. Artık okurlarsa! Efendim reklamı kısaca anlatmak gerekirse: Bir kızımız elinde yerli malı bir dondurmanın magnum versiyonu ile Nişantaşı olduğunu düşündüğümüz bir semtimizin dolaylarında dolaşmakta, vitrin gezmektedir. Kızımız uzun boylu, zayıf ve güzel bir şahsiyettir. Başka bir deyişle dondurmayı çok sevmesine rağmen nasıl bu halde kaldığına ilişkin soru uyandıracak bir beden kapasitesine sahiptir. Neyse, bu kızımız aheste aheste vitrinlere bakarken hangi designer'a (bkz:tasarımcı) ait olduğunu çıkartamadığımız kırmızı bir elbiseye kilitlenir. Elbise güzel olduğu kadar pahalıdır da. Yani onu giyebilmek ancak bir "magic" (bkz:sihir,büyü) gerektirir. Kızımız o çok beğendiği elbiseye ulaşamamış olmanın kederi ile "batsın bu dünya, şu elbiseyi giyecek bedenim var ama param yok" diyerek dondurmadan bir ısırık alır ve beklenen sihir gerçekleşir: kız o çok sevdiği kırmızı elbisenin içinde buluverir kendini. Elbiseyi giymenin mutluluğuyla bir sonraki vitrine dalar balıklama. Bu güzel kırmızı elbiseye bir de kırmızı ayakkabı olsa ne de güzel olurdu diye düşünürken beklenen olur ve bir çift kırmızı ayakkabıyı kendine bakarken bulur (ya da tam tersi, ne fark eder bunca absürdlük varken). Hemen bir ısırık daha alır ve hop ayakkabılar ayağına yerleşir. Sihir bu ya kız ne isterse olur. Elindeki dondurma, üzerindeki elbise ve ayağındaki ayakkabıyla istediği her şeyi elde eden genç ve güzel kadın (bunu ikinci kez söylüyorum, vurgulamak maksadıyla) mutlu mesut kaybolur Nişantaşı semalarında... Bu reklamın görünen kısmı, bize vermek istediği mesajı. Yani demek istiyorlar ki genç ve güzel kadınlar ........ "magic" yer ve ne isterse elde eder. Bir dondurma reklamı için fazla iddialı, fazla gereksiz ama yine de Eyvallah. Eyvallah da bu adamlar unutmuş olacaklar ki biz kadınların ne kadar akıllı, ne kadar cin fikirli olduğunu böylesine basit bir peri masalıyla bizi kandıracaklarını sanmışlar. Yer miyiz biz hem bu numaraları hem de o dondurmaları? Metin altını okuduğumuzda esas mesaj ortaya çıkıyor çünkü. "Üzeri bolca çikolata kaplanmış o dondurmayı homili gırtlak yaparsan o elbiseyi ancak hayalinde görürsün yavrucuğum." O elbise dondurmanın tadını bilmeyen 32-34 beden kadınlar için; senin gibi günde bir bilemedin iki magic yiyen44-46-48 bedenden ancak bir sihir yardımıyla 38 bedene iner sonra o elbiseyi giyer. Onu da anti-selülit ürünleri becerir. O sihir de birden bire olmaz! Azıcık boğazını tutacak her fırsatta ne yesem diye düşünmeyecek, sabah akşam düzenli olarak anti-selülit ürününü kullanacak bu işe zaman ve para ayıracaksın. İşin özü bu, benden söylemesi...Yersen(?).

Perşembe, Mayıs 24, 2007

Susmak ve sadece izlemek olup biteni bir cam karşısında...Derin bir acı, büyük bir öfke biriktirmek tüm olan bitenlere. Lanetlemek şiddetin her türlüsünü, küfretmek en okkalısından. Nafile çabalar içinde olduğuna dövünmek, boş hayaller, olmayacak umutlar peşinde koştuğuna hayıflanmak... Bir orman düşlemek Büyük Usta'nın dizelerinde, ama tökezlemek düşlerin en derin koşusunda. Komplo teorileri değil, dostluk teorileri üretmek yıllarca...buna adamak bir gençliği.

Pazartesi, Mayıs 14, 2007

Serbest piyasa koşullarında anne olma hali...

Gerek hormonal gerekse sosyal güdüler nedeni ile kendimi "annelik" gereksinimi içinde hissettiğim şu günlerde daha iyi anlıyorum anne olmanın ne kadar büyük meşakkatleri barındırdığını. Anne olma hali beraberinde pek çok zorluğu getiriyor. Sadece doğumla da başlamıyor bu zorluklar. Anne olmaya karar verdiği andan itibaren yeni bir "sen" oluyorsun daha doğrusu artık "ben'le sen"den uzaklaşıp tümüyle "biz" olma haline bürünüyorsun. En çok sevdiğin şeylerden mahrum kalmayı, her türlü acıya katlanmayı öğreniyorsun. Kimse için göze alamayacağın şeyleri yapar hale geliyor, "fedakarlığın" ne anlam ifade ettiğini deneyimliyorsun. İşte anneliğin kutsallığı da tüm bu göze alışlardan, zorluklara meydan okuyuşlardan geliyor. En sevdiğin yiyecekleri yiyememek, içeceklerden mahrum kalmak, uykusuzluk, ağırlık garip bir haz, tarifi olmaz bir mutluluk veriyor sana. İşte bu yüzden annemi daha iyi anıyorum şu günlerde. Ne kadar büyük fedakarlıklarla bağlandığını bana. Sevgisinin ne kadar derinden kopup geldiğini. O yüzden hak ediyor hediyelerin en güzelini, en büyüğünü. Hayır hayır "ufacık" bir yarım karat pırlanta yüzük değil bahsettiğim hediye. Yanlış anlaşılmasın. Her şeyin metalaştırıldığı, anneliğin bile ekonomik kazanç haline getirildiği, pazarlığa açılıp ucuna paranın bağlandığı günümüzde annem koca kızından kendi gibi kocaman bir "SENİ SEVİYORUM"u hak ediyor. Çocukken yaptığım el işi hediyeleri, yazdığım kartları hala saklayan annem bu günde taktir ve sevgi dolu sözcükleri en derin en anlamlı haliyle hak ediyor. Beni ben yapan sevgisini, verdiği güveni benden hiç bir zaman esirgemediği için...
Anneler günü elbette anlamlı bir gün ancak o gün de diğer günler gibi sadece bir gün ve ne yazık ki her geçen yıl içinde bende uyandırdığı eski anlamını yitiren bir gün. Annelik bir güne sığmadığına göre bir annenin taktir edilmesi ya da hatırlanması (nasıl birşeyse bu hatırlamak) da çok anlamsız asılında. Kaldı ki (her güzel şeye limon sıkan tipler vardır ya, işte şimdi öyle bir yazı geliyor) böylesine abartılan bir günde yaşadıklarından mutlu olanlar kadar acı çekenlerin de olduğu potada durmalı diye düşünüyorum. Annesini hiç görmeyen, onu en ihtiyaç duyduğu anda (kısaca her an diyebiliriz) yitiren, anne olmak isteyip de olamayan, anneliği tadıp da evladını yitiren ya da ondan bir şekilde uzaklaşmak zorunda kalan kadınların hali nicedir düşünülür mü böyle bir günde? Düşünülmez çünkü onların böyle bir gün için bir katma değerleri yoktur. Dikkat etmek lazım gelir ki serbest piyasa içinde savrulup giden insani değerler bir anda değersizliğe dönüşebilir.
Anneliği tadan ve anne olmak isteyen, bu özlemi içinde barındıran her kadının ve bir çocuğa annelik yapan her erkeğin anneler günü kutlu olsun...

Cuma, Mayıs 11, 2007

Evvel zaman içinde Eurovision

Hey gidi günler hey! Çocukluğumun en heyecanlı bekleyişiydi Eurovision. Hem Türkiye elemeleri hem de aylar sonra yapılan final programında aile boyu kurulurduk TV'nin karşısına. Tek kanalın olduğu, TV'nin hayatımızın çok da merkezinde olmadığı yıllardı. Turkiye elemeleri yapılır, gidecek şarkı görücüye çıkarken sevdiğim pek çok sanatçıyı da ekranda görme fırsatı yakalardım. Seçilen şarkı hoşumuza gitse de gitmese de desteklerdik ve final günü geldiğinde daha büyük bir heyecan duyardık. Benim için müthiş bir müzik akşamı olurdu o gece. ABBA (her ne kadar ben göremesem de sallıyorum işte idare edin), Toto Cutugno, Celine Dion, Secret Garden gibi sevdiğimiz grup ve sanatçıları izleme fırsatını nadir de olsa yakalayabilirdik. Farklı dillerden farklı kültürlerden gelen parçaları dinlemenin zevkini yaşar, verilen oylarla hayal kırıklığına uğrardık. Ard arda gelen başarısızlıklardan sonra bir süreliğine Türkiye Eurovision'a katılmaktan vaz geçti. Kendini sorguladı ve Sertab'la yeni bir başlangıç yaptı. Gidişi kötüydü ama dönüşü muhteşem oldu. Oldu olmasına da artık o eski heyecan da kalmamıştı. Ülkemin insanları artık yarışmaya olan inancını yitirmişti bir kere. Ne kadar coşsa, gururlansa da Sertab'la, yitirmişti inancını bir kere. Hem artık eskiden olduğu gibi tek kanal, yek heyecan da kalmamıştı...
Bense çocukluk heyecanım kalmamış olsa da bırakamadığım bir alışkanlık gibi izliyorum Eurovision'u her yıl. Eklenen ülkelerle yarışmacı sayısı neredeyse 40'ı bulmuş durumda. 40 farklı ülke, 40 farklı dil farklı müzik alt yapısı diye geçiriyor insan ister istemez içinden.Ama yazık ki artık o da eskisi gibi değil. Neredeyse herkes İngilizce söyler olmuş. Sanki yarışma ingilizce sözlü hafif ve sert batı müziğine dönüşmüş. Yani yarışmaya tümüyle bir anglo sakson anlayışı, kültürü hakim olmuş.Oysa ben farklı zenginlikleri dinlemekten ne de büyük zevk alırdım. Bu nedenle bana dün akşam en büyük zevki tattıran ülkelerden biri Sırbistan, diğeri Karadağ bir başkası Letonya (İtalyanca söylemesi nedeniyle) oldu. Bu şarkıları dinlerken gerçekten çok keyif aldım. Bir de Makedonya ve Gürcistan'ı çok beğendim. Bu arada Sırbistan ve Karadağ (artık ayrıldıkları için böyle yazıyorum) gerçekten iyi müzik yapıyor ve her sene çok başarılı parçalarla yarışıyor bence. 2004'teki Lane Moje gerçekten de müthiş bir şarkıydı mesela.
Uzun lafın kısası ben hala Eurovision geleneğini evde (tek başıma da olsa) sürdürüyorum. Her ne kadar eskisi gibi tat vermese de bir ritüeli gerçekleştirme huşusu içinde geçiyorum ekran başına...Bu arada şarkıyı çok tutmasam da (mesela hep İbrahim Tatlıses söylese nasıl olur diye düşünüyorum şu Şake it ap şekerimi, şoppi şoppi) Kenan'ın sevimliliği karşısında çok etkilendiğimi (taktir etme baabında) söylemeden geçemeyeceğim.

Pazartesi, Mayıs 07, 2007

Küresel Isınma, Yerel Isın!!!

Son günlerde ortalık ne kadar ısındı değil mi? Bir yandan küresel kabusumuz sıcaklar Ortadoğu'dan güney yelleri estirip ülkemi hafiften bir çöl kıvamına getirmenin planlarını yapıyor, öte yandan hafif galeyan durumundaki halkım meydanlarda Tolga Çandar türküleri eşliğinde yek vücut "Türkiye laiktir laik kalacak!" sloganlarıyla Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin yılmaz bekçiğini gösteriyor. Dalga dalga yayılıyor miting havaları yurdumda.Atatürk' ün ölümü sonrasında uygulanan politikalar çerçevesinde yaratılmış ve uzun yıllar boyunca nesilden nesile aktarılmış bir paronayanın kollektif tezahürü bu mitingler. Çoluğu çocuğu, genci yaşlısı, özellikle de kadınlarıyla meydanları dolduruyor Cumhuriyet vatandaşları. Kadınları diyorum çünkü TV'den aktarıldığı kadarıyla en çok kadınlar dolduruyor miting meydanlarını. Sanırım en çok da kadınlar korkuyor laik düzenin bozulmasından, en çok onlar tehdit altında hissediyorlar kendilerini. Meydanları dolduran çalışan, okuyan kentli kadınlar laiklik kavramını yitiren bir ülkede yaşamanın olası zorluğundan korkarak koşuyorlar daha önce gitmeye tenezzül etmedikleri meydanlara. Laiklik elden giderse eve kapanıp, kara çarşaflara bürüneceğinden, kocasının üstüne üç tane daha alacağından korkuyor kadınlarımız. Darbe gelsin AKP gitsin diyebilecek kadar korkuyorlar inandıkları dinin (hepsi için değil ama büyük çoğunluğu için bu böyle) kurallarından. İşte en çok bu yüzden kadınlar kanıyor bu kurgulara. Erkek için hava hoş nasıl olsa her düzen onlardan yana.
..............................................................
Oysa ne bu yerelleşen mitingleri düzenleyenler, ne çıkıp orada "ne Şeriat, ne Darbe!" diye slogan atanlar ne de "bir gece ansızın gelebiliriz" dercesine bildiri yayınlayan Genel Kurmay ve onun peşisıracıları anlıyor Türkiye'nin nasıl bir değişime gebe olduğunu. Dillere pelesenk olmuş sloganların içi doldurulmayı bekliyor, ama nafile. Bu mitingler bana günübirlik yöre gezileri izlenimi vermekten öteye gitmiyor. Kavramlar yerine oturmuyor çünkü. Eksik kalan birşeyler var içinde. Laiklik, dindarlık, dinsizlik, milliyetçilik, bayrak, vatan, şeriat hepsi birbirine karışmış durumda, ama kategoriler belli. Ya oncusun ya buncu; ya ondansın ya bundan. Özüne bakılırsa hepsi aynı. Gerçekçi politik söylemlerden uzak parti propagandaları düşüncelere değil duygulara hitap etmeyi sürdürdüğü sürece eldeki değerleri de tanınmaz bir politik malzemeye dönüştürmeye devam edecek. Ne sağı sağ, ne solu sol, ne dindarı dindar, ne yobazı yobaz olacak; herkes "mış gibi" yapmaya devam edecek ülkemde. Kadınlar kocalarının önerdiği partiye oy atarak içselleştirdiği erkek egemenliğini yansıtacak sandıklara ve hayat böyle bir tehdit algısıyla sürüp gidecek onlar için de.
.............................................................................
Hava ısınıyor. Sıcaklar iyiden iyiye bastırdı, bir tek kutup ayıları değil tehlike altında olan, artan sıcaklar nedeniyle jöle kıvamına gelmesi an meselesi olan beyinleriyle biz 36-42 derece kuzey enlemi insanları da tehdit altındayız kanımca. Hele ki bu mitingler yaz boyu devam ederse aklı selim insanları bulmak her geçen gün zorlaşacak, popüler sahil mekanlarında bikinili, mayokinili mankenlerin yerini bayrakları kuma saplayıp denize atlayan mitingçi görüntüleri alacak ana haber bültenlerinde. Her ne kadar çok haz etmesem de mitinglere karşı olduğum filan düşünülmesin ama bu yerelleşen miting havaları durumun böyle olacağının sinyallerini şimdiden veriyor. Öyle hızlı büyüyor ki bu miting çığı yakında "mitinge katılanlar" ve "katılmayanlar" olmak üzere yeni bir kategorinin açılacağından korkuyorum. Hava gerçekten ısınıyor, kutup ayıları uyku sersemi, avlanacak gücü bulamıyor kendinde, nesilleri tükeniyor. Nisan ya da Mayıs'ta açacağız yakında deniz sezonunu. Öyle ki geçen sene Antalya'da 14 Mayıs'ta denize girdiğime hayret ederken, dün Güzelbahçe sahillerinde zor tuttum kendimi suya cumburlop yapmamak için. Bu yaz çok sıcak geçeceğe benziyor, seçim telaşı, miting havaları derken daha da ısınacak yurdum yerel yerel. Hele 22 Temmuz'da pelte kıvamına gelmiş, sıvılaşması an meselesi olan beyinlerimizle oy vermeye gideceğiz ya sandıktan çıkacak olandan Allah korusun.:)

Perşembe, Mayıs 03, 2007

Onlar da 1 Mayıs'ı kutlayanlardan...

Siz "1 Mayıs" sadece Taksim ve Kadıköy'de mi kutlanır sandınız? İşte dünyadan 1 Mayıs manzaraları hem de en şenliklisinden....
fotoğraflar hürriyet fotoğraf arşivinden alınmıştır

Salı, Mayıs 01, 2007

1 Mayıs 1977'nin ardından!

1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanında toplanan 500 bin emekçiden fail-i meçhul bir saldırı sonucu hayatını kaybeden 34 kişiyi anıyoruz. Emeğiyle, alın teriyle ekmeğini kazanan herkesin hakkıdır 1 Mayıs. Emek için, barış için, adalet, eşitlik ve özgürlük için mücadele eden, ideolojilere hapsolmadan herkes için daha yaşanabilir bir dünyanın inşa edilmesine gönül koyan herkesin emekçiler günü kutlu olsun.
"Para" için değil "insanca yaşamak" için çalışanların günü kutlu olsun.

I love you Bush!

This is an open letter to Mr. President. ****************************************** First of all I want to say my love to you. It is difficult to understand your sense of humor for ordinary people. Because you are not an ordinary, you are gifted. Even most mortal think about you as a dump, I know you are more clever than many of them. You are the most clever person I've ever seen in my life. Moreover even they criticise you as a dictator they don't know how they are in a big fault. They're not see and also forget that God gave a supernatal insight to you and so you work for the peace with all your soul. You sent us from god to spread peace for all over in the world,even all galaxy from Earth to Mars. You are not a dictator, you are democrat and also peacemaker. If we sleep our comfortable beds as a residents a kind of Islamic country, It is coming from you. Thanks for your all strives democracy bring in Middle East. I want to give my regardness to you for all things you made for Iraq,Afganistan,Sudan and many parts of world. God saves you. Love, Ezgi

George Bush Dances To The Music

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails