Perşembe, Temmuz 19, 2007

Mış, miş, muş, müş

Milli Eğitim Bakanımız Hüseyin Çelik OKS'de olan başarı puanı skandalıyla ilgili "okyanusta bir damla" demiş...Damlaya damlaya göl olur atasözümüzü unuttu herhalde kendisi.Sınavlara hazırlanırken bize söylenen küsuratın bile binlerce kişiyi etkilediği yönündeydi. Ya biz çok saftık, bizi böyle kandırdılar yıllarca, ya da bakanımız bu küsurat meselesini iyi çalışmamış. Ne olacak bir kaç yüz kişinin puanlarında hata olmuşsa diyebiliyor. ............................................................................................. Maliye bakanımız Unakıtan "Türkiye ne kadar komünist bir ülkeymiş, sat sat bitiremedik" demiş. O komünist dediğiniz adamlar vakti zamanında Petkim'i, Tüpraş'ı, Ereğli Demir Çelik'i, İskenderun Demir Çelik'i, Seka'yı kurmasaydı bakalım göreve geldiğinizde satacak mülk bulabilecek miydiniz? Sata sata ne var ne yok bitirdikten sonra ne yapacaksınız çok merak ediyorum, evimizdeki eşyalarımıza mı göz dikeceksiniz? Mesela bizim evde satılmayı bekleyen bir buz dolabı, çamaşır makinesi, bir de bulaşık makinesi var. Her şeyi satmakta üstüne olmayan bakanımız gelsin bizdeki eşyaları da pazarlayıversin. En iyi bildiği şey o zahir. ................................................................................................ Çevre ve Orman bakanımız Osman Pepe " Bu yangınların özellikle seçim döneminde yoğunlaşmasının nedeni bizi başarısız gösterme çabasındandır" demiş. Kısaca başarısız oldum deyip kurtulmak yerine ona buna, özellikle de rakiplerine niye çamur atıyorsun sayın bakanım. Zamanında müdahale ettirip de binlerce hektar alanın yanmasını önleyebilmiş olsaydın bu sözü söyleme nedenin de ortadan kalkmış olurdu. Bakıyorum da başarısızlığına mazeret arayan okul çocukları gibisiniz sayın bakanım.

Salı, Temmuz 17, 2007

Bodrum'un dağlarında hangi maden var?

Geçen hafta Bodrum ve Manavgat'ta çıkartılan orman yangınlarıyla ilgili Alternatifİstanbul'da "Sahibinden Satılık El Değmemiş Orman" yazısının bu hafta sonu okuduğum bir haberin üstüne ne kadar isabetli olduğunu bir kez daha anladım. Mükerrer yangınlara alışık biri olarak geçen sene Kuşadası'nın, Kaş'ın, Ayvalık'ın yemyeşil dağlarını kömüre döndüren yangın sonrasında "Yüreğim Yangın Yeri Söndürebilene Aşk Olsun" başlıklı bir yazı yazmıştım. Görüyorum ki bir sene içinde orman yangını kapasitesinde bir değişiklik olmamış... Son sürat devam ediyor köşe bucak yangınlarımız. Ne de çok ormanımız varmış, yak yak bitmiyor diye düşünmeden edemiyor insan. E ormanlar yakılacak ki yerine taş ocağı yapılabilsin. Ormanlar yakılacak ki sahil beldelerimizde 7 yıldızlı turistik tesisler kurulabilsin. Ormanlar yakılacak ki km2'lerce uzanan golf sahaları hizmete girsin. Ormanlar yakılacak ki yazlık siteler, sosyetik villalar inşa edilebilsin... Çevre ve Orman bakanımız Pepe ne demişti bir sene önce: " Kuşadası'nın dağları bir sene içinde yeniden yeşillendirilecek, yanan yerlerin yerine yenileri en kısa zamanda dikilecek..." Sayın Pepe söylediklerini unutmuş, uzun süreli bellek yitimine maruz kalmış olacak ki aradan bir yıl bile geçmeden üç maymunu oynayarak Kuşadası dağlarını bir maden şirketine ihale etmekten arka kalmamış. Kendisi orman bakanı değil enerji ve tabi kaynaklar bakanı vesselam. Vasıfsız hale getirilen orman arazilerinin altından doğal kaynak çıkartmakta üstüne yok maşallah... Birileri ormanları yaksın, rüzgarın azizliğiyle iş kontrolden çıksın, zamanında müdahale etmesi gereken söndürme teşkilatı miting alanını koruma bahanesiyle geciksin (hep bir bahane vardır) sonra bir zamanlar el değmemiş olan ormanlar birden vasıfsız hale geliversin. Gelsin ki satılması, piyasaya açılması kolay olsun...Oraya buraya "doğayı sev, yeşili koru" , "ormanı bekçi değil, sevgi korur" yazmakla olmuyor bu işler sayın bakanım. Korumak için gerçekten bir şeyler yapmak gerekiyor. Sevgiyi oluşturamıyorsan bekçiyi dikmek belki de...Çözüm olur mu? Elbette hayır, ama en azından koruma konusunda bir çabanın olduğu yönünde izlenim uyandırır. Bu küresel iklim değişikliği karşısında ev kadınlarına "düdüklü tencere kullanın" uyarısı yapmaya benzemez, daha büyük sorumluluklar gerektirir. Bunu sokaktaki adam, halktan biri olarak söylüyorum...

Cuma, Temmuz 13, 2007

Garipliklerin sıradanlaştığı ülke...

İlginçliklerin "ilginç" olmaktan çıktığı bir ülkede yaşıyoruz. Garipliklerin olağanlaştığı, günlük sıradan olaylar olarak yaşamımızın bir parçası haline geldiği bir ülkede...Hiç bir şeye şaşırası gelmiyor artık insanın. "Burası Türkiye burada her şey olur!" lafı boşuna söylenmiş değil yani. Son bir kaç gündür hem basına yansıyan hem de kendi başımdan geçen olaylardan derlediğim bir potpuri bu sıradanlığa örnek teşkil edecek sanırım. Bülent Ortaçgil'in şarkısında dediği gibi burada her şey "normal".
Düşünün ki aracınızla yolda ilerlerken hiç beklemediğiniz bir anda bir telefon direği camınızdan içeri girebiliyor. Siz yolunuzda gidiyorsunuz aaa bir de bakmışsınız gökten direk yağıyor. Ne diyelim Allah beterinden korusun...
Karpuzları indirirken düşüp fena halde omzunu inciten, kafa travması geçirmesi muhtemel bakkalınıza yardım etmek için 112'yi aradığınızda "bütün ambulanslar başbakan geldiği için miting alanında, kendi imkanlarınızla ulaştırabiliyorsanız ulaştırın hastayı, ambulans göndermemiz mümkün değil" diyebiliyor acil kurtarma ekibi (?) gayet normal bir şekilde...
Sağlık bakanlığına şikayet etmekle tehdit edince anca yarım saat sonra lütfedip gelebiliyorlar.
Yüz binlerce kişinin devlet kapısında iş bulmak ümidi ile girdiği KPSS sınavı esnasında parti otobüsleri geçebiliyor art arda..."havasına, suyuna, taşına, toprağına...bir başkadır benim memleketim..." nağmeleri eşliğinde ecel teri döküyor yurdumun insanı kendisini kale almayan devlet adamlarının emrinde çalışmak için. Ülkenin en önemli gündeminden bi haber dolaşıyor parti otobüsleri o cadde senin, bu sokak benim ciddiye almadığı insanlardan oy toplama ümidiyle...
Yolda yürürken çocuğu elinden kayıp belediye çukuruna düşen anneye gayet sıradan bir ifadeyle "çocuğuna sahip çıksaydın sen de kadın!" diyebiliyor ülkemin en büyük kentinin reis-i belediyesi...
Karşıdan karşıya geçerken belediye otobüsü çarpan ve bu nedenle uzun süre tedavi görmek zorunda kalan bir adama "kamu malına zarar verme" suçlamasıyla normal olarak dava açılabiliyor...
Doğalgaz, elektrik, su ve yol çalışmaları nedeniyle her gün farklı yol kombinasyonlarıyla işe gitmek ve yine farklı kombinasyonlardan eve dönmek, bu vesile ile keyifli (?) bir şehir turu yapmak çok doğal bir durum bizim ülkemizde...
Kadınları dövmekten sabıkalı bir türkücü meclise girme çabası içinde "kadın bakanı olabilirim" diyebiliyor ciddi ciddi gayri sıradan bir şekilde...
Bu olağanlıkları, bu sıradanlıkları arttırmak mümkün tabi...E ne de olsa Türkiye'de yaşıyoruz. Genetik kodlarımıza işlenmiş bir şekilde zor koşullar altında yaşama becerisiyle dünyaya geliyor, her türlü garipliği normal karşılamayı atalarımızın deneyimlerinden zaten öğrenmiş oluyoruz. Elektrik ya da su kesildiğinde elin Kuzey Amerikalısı gibi kıyamet senaryoları üretmektense bir kibrit çakıp yakıyoruz ispirtolu lambamızı...

Salı, Temmuz 10, 2007

Vakit göçme vaktidir,hadi bana eyvallah!

Yine yollar göründü,
yolculuk vaktidir diyor göçmen yüreğim.
Bak üflüyor
Sur'u Cebrail,
saatler 24'ü gösterirken.
Prens kurbağaya dönüşmeden,
uç diyor tarla kuşları
mevsime aldırma.
Senin göçme vaktin gelmiştir
başka diyarlara
her ne kadar mevsim
güz olmasa da...

Perşembe, Temmuz 05, 2007

Ithaki'ye yolculuk...

Yol ve yolculuk temasıyla açılmışken bir önceki yazı yolculuğa dair usta şair Kavafis tarafından yazılmış bu muhteşem şiire değinmeden geçemezdim. Hiç unutmuyorum yıllar önce bir arkadaşım "senin için önemli olan İtake mi? yoksa İtake'ye yolculuk mu?" demişti bana. Sanırım İtake'ye yolculuk her zaman daha önemli bir yer işgal ediyor hayatımda. Göçebe kültürümün izlerini taşıyor yüreğim. Konar göçer bir tarihten geliyorum. O yüzden yollar, yolculuklar her zaman varılandan daha değerli oluyor... ..................................................................... İtaki'ye doğru yola çıktığın zaman
yolunu uzatmaya bak
serüvenler, bilgilerle uzasın yolun.
Lestrigonlar'dan ve Kiklop'lardan
Azgın Poseidon'dan korkma.
Bunları görmeyeceksin zaten, düşüncen
soylu ise ve seçkin bir duygu
dolmuşsa ruhuna ve gövdene
Lestrigonlar, Kikloplar
ve azgın Poseidon, çıkamayacak karşına
onları ruhunda taşımıyorsan
ruhun onları çağırmayacaksa

Yolun uzasın

nice yaz şafaklarıyla beraber

ilk gördüğün limanlara

-coşkuyla, sevinçle- varmak için;

durup Fenike çarşılarından

has mallar almak için,

sedefi ve mercanı, abanoz ve kehribarı

ve her yana gönlünce saçabileceğin

baş döndürücü kokuları;

sonra Mısır kentlerini görmek için

bilgilerden bilgiler derlemek için

yolunu uzatmaya bak.

İtaki hep aklında olsun

amacın orasıdır ve oraya gidiyorsun

ama gerek yok ayağını çabuk tutmana,

yıllarca sürmelidir bu gezi,

öyle ki yaşlanıp o adaya vardığında ,

yolda kazandıklarınla zaten zengin,

İtaki'den zenginlik beklemeyesin.

İtaki eşsiz bir gezi sağladı sana,

o olmasa yola çıkmayacaktın

onun vereceği bir şeyi yoktu başka.

ve şimdi sen onu yoksul buluyorsan, İtaki aldatmış

değildir seni.

Artık sen bir bilgesin, bunca deneyden geçtin

İtakiler ne demektir artık bilirsin.

Usta şair ve Cumhuriyet tarihinin en önemli düşünürlerinden İsmet Özel'in çeviriyle

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

Şeb-i Aruz

Bir önceki yazımda Nate'in gömülürken Mevlana'dan bir pasaj okunmasını istediğini yazmıştım. Aynı konuya Salih Bıçakçı Serendipity' de değinmiş. Metne ilgili linkten ulaşabilirsiniz.

Salı, Temmuz 03, 2007

Six Feet Under'da Yolun Sonuna Geldik

Hayat bir yolculuk.Kimisi için kısa kimisi için uzun olan bir yolculuk. Bu hafta sonlanan "Six Feet Under"ın final sahnesi de yol metaforuna dayanıyor, hayatı yolculuk teması üzerinden açıklıyordu. "Ölüme ve hayatın anlamına dair..." bir diziydi Six Feet Under ve her ölümün arkasında bir hayatın, her hayatın sonunda bizi bekleyen bir sonun olduğunu hatırlatan; işte tam da bu yüzden hayatın, yaşamakta olduğumuz anların anlamını düşünmeye yönlendiren bir araçtı. Azılı bir katil, bir tecavüzcünün arkasından üzülen, onu kaybettiği için göz yaşı döken insanların olabileceğini fark ettiren, alternatif düşünce kapılarını aralamamıza, önümüze çıkarttığı yollardan yürürken farklılıklara duyarlı olmayı öğrenmemize yardımcı olan bir fenomendi ve her fani gibi o da bitti. Acaba beni nasıl bir son bekliyor? sorusunu akıllarımıza bırakarak gitti. Finale üç hafta kala aile içindeki çözülmeyi başlatan elbette Nate'in ölümüydü. Ancak benim için en hayret verici ve bir o kadar da "işte budur!" dedirtici olay Nate'in cenazesinde gerçekleşti. İnsanların sevdiklerini uğurlarken görmek istedikleri cenaze organizasyonlarını hazırlayan Nate, kendi finalini de büyük bir titizlikle planlamış, nasıl gömüleceğini, mezarının başında nasıl bir konuşma yapılmasını istediğini ayarlamıştı. Tabi ki işin ilginç yanı bu değil. Babadan kalma işi bu olan bir adamın kendi sonunu planlaması, organizasyonu yapıp da gitmesi çok da şaşırtıcı bir durum olmasa gerek. Ancak Nate'in cenaze evlerindeki onca güzel ve pahalı tabut arasından kendisine bir tanee seçmeyerek sadece "beyaz bir kefenle" gömülmek istemesi ve gömülürken okunması için Mevlana'nın mesnevisinden bir bölümü seçmesi ilginç ve bir o kadar da güzel bir durum. İlginç diyorum çünkü varoluşçuluk teması üzerine inşa edilen bir dizide Sartre yerine Mevlana'nın seçilmiş olması hem O'nun ne kadar önemli bir varoluşçu olduğuna işaret ediyor, ve onu tüm dünyaya tanıtıyor hem de bizim (batı fenomenolojisinin kuyruğuna yapışmış giden Psikoloji anlayışımız kast edilmektedir) arkamızı döndüğümüz bu büyük filozofu yeniden kucaklamamıza vesile oluyordu. Kendisini Secret'ta, Ferrarisini Satan Bilge' de ya da daha da komiği Ferrari Aldıran Bilgelik'te arayanlara ise anlaşıldığı ve takip edildiği ölçüde harbi bir "kapak" oluyordu. Bununla beraber Nate'in Hıristiyan geleneklerine göre değil de Müslüman törenlerini andıran bir görüntüyle defnedilmesi A.B.D'de yükselen İslamafobi'ye de ciddi bir gönderme olmuştur diye düşünüyorum. Dedim ya bu dizi bir yanımızda gizlenen homofobimizle, İslamafobimizle, savaş sempatimizle, güçlü olmayan benliğimizle, çatışmalı yönlerimizle, içselleştirdiğimiz hakim ideolojilerimizdeki çarpıklıklarla yüzleşmemizi sağlıyordu. Ama, sanki hiç sonlanmayacakmış gibi gelse de bize neticede o da bir ölümlüydü...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails