Perşembe, Eylül 27, 2007

İstisna Bunlar Vallahi İstisna!

"İstisnalar kaideyi bozmaz"ların cumhuriyetinde yaşıyoruz. Hayatlarımız kaideler ve onları bozmadığına inandığımız istisnaları üzerine kurulmuş. Ön koşulların çarşaf çarşaf listelendiği iş başvurularında, okul giriş sınavlarında "istisnalar" olabiliyor mesela. Tıpkı vergi borcu söz konusu olduğunda kardan zarar eden istisnalar olabildiği gibi. Ama bu istisnalar ne genel teamülleri değiştiriyor kurulu düzenimizde ne de kişisel öfke patlamaları dışında topyekun bir eylem çabasına dönüşüyor. Örneğin cinsellik en önemli tabularımızdan biri olmasına rağmen orada da geçerli bu istisnalar. Bu nedenle toplumun ahlakını bozan travesti Ersin'in tekme tokat sokak ortasında dövülmesi ona müstahakken ablaların ablası Bülent ablanın önünde el pençe divan duruyor alaturka Pop yıldızı adayı sokaktaki Ersin'e küfrederken. Çünkü Diva diye adlandırılan telli duvaklı gelin ablamız kendisini bizim için kurban olmaya adamış bir "istisna". Eşcinsel olduğunu açıklayan çocuğunu evlatlıktan reddeden baba için dinlerken mest olduğu Sanat Güneş'i de ayrı bir "istisna". Komşusunun kızını sokakta bir erkekle el ele gördüğünde her türlü yaftayı yakıştıran mahalle teyzesi için sihirli camın ötesinden kendisi ile kafa bulan Sedacığının ya da o çok beğendiği dizinin başrol oyuncusu kızın yaşadığı aşklar elbette ki "istisna".
Söz istisnalardan açılmışken ve bu günün dil bayramı olmasına istinaden güzel dilimizde de "hoşça kal" yerine "bye" demek, "nasılsın" yerine "nbr" yazmak bir istisna. Ne demiştik efendim "istisnalar kaideyi bozmaz", hem ne olmuş istisna olduysa.

Çarşamba, Eylül 26, 2007

Sanat yapmak bu kadar kolay olabilir mi?

www.edasuner.com 'da sevgili Eda çeşitli fotoğraf formları oluşturabileceğimiz bir site önermiş ve kendi çektiği fotoğrafları bizlerle paylaşmış. Onları görünce çok hoşuma gitti. Gerçekten çok eğlenmişe benziyordu...Sayesinde bizde de bir çılgınlık başladı. Hernevi fotoğrafı çektik, çekiyoruz ve de çekmeye devam edeceğiz. Bendeniz sanatsal çalışmalarımı yayınlamayı uygun gördüm. Eda kadar cesaretli değilim sanırım diğerlerini yayınlama konusunda. Size de tavsiye ediyorum bu siteyi...Garantilidir, tarafımızdan denenmiş, eğlencesi onaylanmıştır. www.cameroid.com ...

Pazar, Eylül 23, 2007

Ezgi'nin DNA'sı....

Bu çalışmayı Tuna YILMAZ'ın sitesinde gördüm. Çok zevkli bir çalışma. Tavsiye ederim. Hem eğleniyor, hem seçimleriniz sonucu kendinize ilişkin izlenimlerinizi çoğaltıyor hem de size benzer başka insanlarla tanışma fırsatı yakalıyorsunuz. Ben tanışma faslını geçtim. DNA'mı burada yayınlamayı tercih ettim...

Cuma, Eylül 21, 2007

YOK mu YÖK'ten başkası?

Efendim malumunuz "anayasa" (ataerkil bir ülkede babalar gibi yasa ya da baba yasa dense daha mantıklı olmaz mı? sorusu dip not olarak hafızamızda dursa fena olmayacak) tartışmaları aldı yürüdü. Her kafadan bir ses yankılanıyor. Yankılanması başbakanımızın aksine beni pek bir memnun ediyor. Neticede bu yasa hepimizin yasası olacak. Toplumsal uzlaşmayla yapılanması içimize sinmesi açısından önemli değil mi? Elbette önemli, o yüzden ağzı olanın değil aklı olanın ses çıkartması gerekiyor diye düşünüyorum.
Bu konunun ana ekseninde süren başka bir tartışma, dalaşma durumu artık kanıksadığımız YÖK, hükümet tartışması. Malumunuz YÖK'le hükümet arasında uzun süredir bir hamaset durumu söz konusu. Hükümet yüksek öğrenim işine karışmaya ne kadar meraklı ise, YÖK de hükümetin uygulamalarını eleştirmeye o kadar meraklı.
Peki 12 Eylül sonrası yapılanma içinde yeşeren Yüksek Öğretim Kurulu yüksek öğretim ve öğrenim hayatımızda neleri getirip neleri götürmüştür? Sıralamak yersiz olur bildiğimiz çoğu şeyi. Ancak ap açık olan bir durum var ki o da YÖK'ün siyasetten arınık bir yapılanmasının olmadığı. 80 sonrası düzenlemelerden biri olan kurum elbetteki ki ülkenin yeniden yapılanmasından rahatsızlık duyacaktır, her ne kadar bilim insanlarınca yönetiliyor olsa da... Amacım yeni anayasa şöyle iyidir böyle güzeldir demek değil (bilmediğim birşeyle ilgili nasıl yorum yapabilirim ki). Sadece iğneyi başkasına batırmadan önce çuvaldızı kendimize, demokratiklik, laiklik, sosyal adalet vb konularda mangalda kül bırakmayan "bizlere"(biz varsa her zaman bir onlar durumunun olduğunu unutmayarak) batırmaya çalışıyorum.
Sadece, asli görevi üniversiteler üstü bir düzenleme ve denetleme sağlamak olan YÖK'ün bazı kurulları, sorumluluk alanı olan üniversitelerin akademik çalışanları ile ilgili hayati derecede önemli olan karar (lar) sürecini asgari altı ayda tamamlayabiliyorken, bürokratikleşme içinde bu insanların yıpranmasına, akademik çalışma dışında her nevi evrak işleriyle boğulmasına neden oluyor ve bunun sorumlusu olarak da yine kişileri işaret ediyorken, lisans programlarının hazırlanmasında hükümetvari bir strateji izlemeyi uygun görüp, Ankara dışındaki üniversitelerin akademisyenlerinin görüşlerine önem verme gereği duymuyorken, doktora yapmazsan işin biter dediği araştırma görevlilerinin başka üniversitelerdeki doktora alternatiflerinin önüne taş koyup, ya öyle ya böyle diyorken... hükümet uygulamaları kadar kendi uygumalarını da en azından gözden geçirmesi gerekir düşünüyorum. Çok mu şey istiyorum? YÖK üniversitelerdeki asayişin (?) bozulacağından, genel barış ortamının (?) zedeleneceğinden, milletin sarıkla, cübbeyle derse girip öğretim üyeleriyle dini mücadelelere gireceğinden endişe duyuyor olabilir. Geçmiş yaşantılardan ötürü kaygılanması kendi açısından olağan da olabilir. Ancak başörtüsünden önce kendi içinde, uygulamalarında, yönetmeliklerinde düzeltmesi gereken daha pek çok şey varken türban (bkz:başörtüsü) konusunda patinaj yapması, sanki üniversitelerin tek sorunu buymuş gibi bir izlenim uyandırmıyor mu?

Pazartesi, Eylül 17, 2007

Mutlu olmak herkesin hakkı!

Yine mimlendim. realmrxa mutluluğun resmini çizmekle ilgili mimlemiş beni. Sağolsun böyle güzel bir mevzuda mimlediği için. Kendi sitesinde koyduğu fotoğraf çok güzeldi. Ben de bir fotoğraf paylaşayım istedim, biraz absürd gelebilir. Ama ben çok beğendim. Bir arkadaşım e-postama göndermiş. Kimin çektiğini bilmiyorum ama iyi bir kare yakaladığını söyleyebilirim. Çarşaflı kadının gözlerini göremesem de birbirlerine nasıl bir aşkla baktıklarını anlayabiliyorum. Babaları olduğunu düşündüğüm adamın himayesinde neşeyle oynayan çocukların mutluluğuna ne demeli?

Mutlu olmak neticede herkesin hakkı değil mi?

Ben de aydan, gaye, kibele, goddess ve golge'yi mimliyorum. Hadi bakalım.

Çarşamba, Eylül 12, 2007

12 Eylül 1980' i bir de benden dinleyin.

12 Eylül 1980 Türkiye'nin siyasi ve toplumsal hayatı için önemli dönüm doktalarından biri olarak değerlendirilegelmiştir. Bense bu günü Türkiye insanının mankurtlaştırılması açısından önemli bir başlangıç, sonraki kuşaklar adına kara bir leke olarak değerlendirmişimdir. 12 Eylül ve sonrası bugüne kadar çok yazıldı, çok irdelendi, çok tartışıldı. Bundan sonra da siyasi tarihin önemli bir taşı olarak tartışılmaya devam edileceği kesin.
Ancak ülkem için bu önemli gün benim kişisel tarihim açısından da ayrı bir öneme sahiptir. Yok öyle sandığınız gibi birşey değil. Şükür ki ne ben ne de yakınlarımdan biri tutuklanıp çeşitli zorlama ve işkencelere maruz kaldı. Benimkisi çok daha çocuksu, çok daha naif. Nasıl çocuksu olmasın? 80 kuşağı insanı olarak daha bir yaşını doldurmaya ramak kalmış bir yavrucaktan bahsediyorsak hele...
1979'un 19 Eylül'ünde doğmuşum. Aile eşrafının toptan İzmir'de ikamet etmesi, bizimkilerin (anne-baba) ise başka bir şehirde çalışıyor olması minicik yavrularının 1. yaş doğum gününü zorunlu olarak erken kutlamasına vesile olmuş. Tüm aile toplanmış uygun bir tarih kararlaştırılmış. Doğumgünü anneannelerin Göztepe'deki evinde kutlanacak babaanne ve amcalar da Karşıyaka'dan deplasmana geleceklermiş. Akrabalar, yakın dostlar bu "önemli" günde bir araya gelmek için sözleşmişler. Sözleşmişler sözleşmesine de nereden bilsinler insancıklar kararlaştırdıkları bu mühim günde darbe olup hükümetin alaşağı edileceğini, nereden bilsinler o gün sokağa çıkma yasağı olacağını, çıkanların da tutuklanacağını? Neticede darbe doğumgünü moğumgünü dinlememiş balyoz gibi inmiş milletin üstüne. Ama sanmayın ki bizim kutlama balyozun altında kalmış. Apartmandaki konu komşu toplanmış, hazırlanan pasta en ortaya konmuş ve ezgicik bir yaş mumunu darbeye rağmen üflemiş...Evet babaanneler, amcalar ve diğer sevdikleri yanlarında olamamış ama ezgi varlığını herşeye rağmen ortaya koymayı başarmış. Bomboş sokakların arka planda görüntülendiği fotoğraflar ise 12 Eylül 1980'in gayriresmi belgeleri olarak kişisel arşivimizde yerini almış..

Salı, Eylül 04, 2007

Coyote kızın koku haritası!

Sevgili İnte beni en sevdiğim kokular konusunda mimlemiş. Böyle bir konuda mimlendiğime çok sevindim, zira mimlenmeseydim de bu konu hakkında bir iki kelam etmeden geçmeyecektim. Lakin, her ne kadar inteye birazdan yazıyorum desem de bu sözün üzerinden bir kaç gün geçti. Bu zaman zarfında bendeniz yazın son demlerini yaşamak üzere Bod(u)rum semalarında dolaşmaya başladım. Deniz, güneş, meltem filan diye kıskandırmayayım şimdi sizi. E hal böyle olunca insanın eli ermiyor bilgisayara.Zati kaldığım otelde virales olmadığı için komşu otelinkini kaçak kullanarak yazabiliyorum bu satırları. Bir nevi hırkızlık yani. Ne diyelim komşuda pişer, bize de düşer. Büyük otellerin yanına konuşlanmanın -insanı uyutmayan gürültüsünü saymazsak - bu gibi faideleri olabiliyor.
Neyse sevdiğim kokulara gelince...Öncelikle koku ve koklama hususunda bir iki noktayı bilimsel bağlamda ele almak isterim. Gerçi aydan'ın bloğuna yaptığım yorumda belirttim ama benim sitede de bulunmasının bir zararı olmaz herhal? Efendim bu koku hadisesi öyle nalet birşeydir ki doğduğunuz andan itibaren sizi esiri altına alır. En gelişmiş duyu organı olmasından mütevellit bazı insancıklar bu organlarını her işe bulaştırmaya bayılırlar. Beynin içinde bulunan odacıklar(merkezler dersek daha bilimsel olur) içinde talamustan dağılmayan tek duyudur koklama duyusu. Öyle etkilidir ki duygularla direkt bağlantı kurar ve hafızada kalıcı bir yer edinir. Bir bebek annesini diğer iki ayaklılardan ancak kokusu vasıtasıyla ayırabilir. Bu koklaşma hadisesi anne-yavru arasında bağlanma diye tabir edilen bir duygu yumağı oluşmasını da sağlar.Böylece koklama insanın en gelişmiş, en özel duyusu olarak asırlık yolculuğuna devam eder...
Bendeniz sansargillerden gelme bir homosapiens olduğumdan mıdır nedir çok iyi koku alır, iz sürerim. Geyik bir yana iyi bir koku hafızam ve uzun burnum sayesinde güçlü bir koklama mekanizmam vardır. Beni en çok etkileyen kokuların başında yağmurun toprakla buluşup ona nüfuz ettiği anda çıkan koku gelir. Bir de şu an duyumsamakta olduğum deniz kokusu aklımı oynatmama neden olabilir. Çocukken İzmir hasreti ile yanıp tutuştuğum zamanlarda gözümü kapatır, kafamı çalışma masama gömer İzmir'in kendine has lağımla karışık deniz kokusunu duyumsardım. O bile beni baştan çıkartmaya yeterdi. Bir de İzmir'de evimizin sokağında eskiden mandalina bahçeleri vardı ve bahar mevsiminde mandalin çiçekleri açtığında meltemle birlikte öyle güzel bir koku yayılırdı ki etrafa tadına doyulmazdı. Şimdi o bahçelerin yerini rezidans denen havuzlu apartman azmanları aldı...Efendim ben damak zevkine düşkün bir zaat-ı şahane olarak yemek kokularına da dayanamam. Hemen karnım acıkıverir. Ne yemeği diye sormayın, her nevisinin kokusunu severim(etli taze fasülye ve et haşlama hariç) özellikle de mangalda pişen balığı.
Tatil modunda olduğumdan olsa gerek böyle denizi, mandalinayı, balığı yazmışım sadece. Bunların dışında tiner, uhu, boya kokularını da severim ama tabi bağımlı olmamak kaydıyla :)).
Bu konu ile ilgili yazmak isteyen dostlar hepiciğiniz mimlendiniz...Hadi pamuk eller kılavyeye..

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails