Pazar, Şubat 28, 2010

ezginin anne olma hali...

Yaklaşık dört yaş civarındayken "büyüyünce ne olacaksın?" diye sorduklarında "anne" diye cevap verdiğimi, ve  bu cevabımla başta dayımlar olmak üzere pek çok kişiyi güldürdüğümü hatırlıyorum. O yaşlarda bir kız çocuğunun yetişkin bir kadına ilişkinn tek temsilinin annelik olması sebebiyle  bu cevabı vermem çok doğal tabi. Yaş biraz kemale erip, akıl başa ulaşmaya başladığında kadınların annelik dışında da rolleri olabileceğini görüp, bu tercihimi başka alanlara kaydırmış, bu soruyu "öğretmen", "çocuk doktoru", "avukat" gibi çeşitlemelerde bulunarak cevaplamıştım. En uzun süren cevabım ise "avukat olacağım" olmuştu. Avukat olamadım ama ANNE oldum.

Aslında şöyle bir başlangıç yapacaktım bu yazıya:
"Çok uzun bir süre anne olmayı hiç istemedim. Kendimi bir çocuğa bakarken hayal dahi edemedim. Anne olmak demek büyümek demekti çünkü benim için. Olgunca davranmak, içindeki çocuğa şışt deyip susturmak...Hele çıvısı çıkmış, yozlaşmış bu dünyaya bir insan daha getirmek, onun hayatının sorumluluğunu taşımak ne delice birşeydi. Sonra bir zaman geldi, ne olduysa oldu ve ben bu sefer de uzunca bir süre anne olabilmeyi bekledim. Anne olmak istemediğim zamanlarda düşündüklerimin kefaretini ödedim..."

Ben her ne kadar kabullenmesem de bilinç dışı kayıtlarım o 4 yaşındaki ezgi'nin hislerini, isteklerini kaytemiş olacak ki "çok uzunca bir süre anne olmayı hiç istemedim" sözüyle lafa başlamama izin vermedi. O yalın, saf, çocuksu halini ortaya koymayı tercih ettirdi. Bu demek oluyor ki hiç istemiyor olduğumu sandığım zamanlarda dahi biryerlerde potansiyel bir anne ruhu barındırıyormuşum.

Evet şu an resmen bir yıllık anneyim. Annelik kariyerimde bir yılı doldurmuş bulunuyorum yani. Bu süreç kariyer hayatımın en zorlu ama en tatlı, en keyifli, en verimli dönemiydi diyebilirim. Çünkü bir değil, iki kişinin annesiyim. Anne olmak nedir bilmez, kıyısından bile geçmezken birden bire iki yavrunun annesi olmak nasıl birşeydir bilir misiniz? Çok zordur mutlaka dediğinizi duyar gibiyim. Evet yorucu, zahmetli, çok daha fazla emek gerektiren ama çok daha komik, keyifli, eğlenceli, sevgi dolu... Evet, anne olmayı istemediğim zamanları düşünüyorum şimdi de, eğer o isteğimle kalsaydım gönlümün büyük bir kısmı çorak kalacak, böylesine büyük bir duygu bütününden, önemli bir öğrenme sürecinden bi haber olarak yaşayacaktım.

Evet, anne olmak demek, yeni duygularla tanışıp, yeni şeyler öğrenip olgunlaşmak demek. Ama çocuklarla coşup eğlenmeyi bilen için o yürek her daim çocuk...

Artık korkmuyorum büyümekten; onlarla oynamak, yeni şeyler keşfetmek, onlar sayesinde yeni insanlar tanımak içimdeki çocuğu beslemekte, ezgi ancak onlar büyüdüğü zaman büyüyecek, artık bunu biliyor.


Anneliğimi kutluyor, verdiği hediyeler için her nefeste yüce Yaradanıma şükrediyorum.

Salı, Şubat 16, 2010

Bu gün neler olmuş neler?


Bakın 16 Şubat' ta ülke ve Dünya tarihinde neler olmuş:



600 - Papa I. Gregory, hapşıran kişiye "Tanrı seni kutsasın" denebileceğine karar vermiş. Yani "God Bless you", bizdeki "çok yaşa sözü" ilk bugün kullanılmış.

1903 - Panama bağımsızlığını ilan etmiş. ABD, Panama Kanalı üzerindeki hakları satın almış (her zamanki gibi).
1918 - Litvanya hem Rusya hem de Almanya'dan bağımsızlığını ilan etniş. (ne mutlu onlara!)

1920 - Balıkesir'in kuzeyinde, Manyas ve Gönen bölgelerinde ikinci Anzavur isyanı başlamış (İsyan 16 Nisan'da ancak bastırılmış.)
1925 - Sonraları "Türk Hava Kurumu" adını alacak olan "Türk Tayyare Cemiyeti" kurulmuş.

1937 - Wallace H. Carothers, naylonun patentini almış.
1953 - Türkiye-ABD telefon hattı açılmış (ince kırmızı hat!:)).

1959 - Fidel Castro, Fulgencio Batista'nın 1 Ocak'ta başkanlıktan uzaklaştırılmasının ardından Küba devlet başkanı olmuş (Yaşasın Castro- o gün bugün devlet başkanı kendileri).

1961 - Explorer 9 uzaya fırlatılmış,

1969 - 6. Filoyu protesto içise nedionn "Amerikan Emperyalizmine Karşı Mustafa Kemal" mitinginde gösteri yapanlara bir grubun saldırmasıyla başlayan olaylarda 2 genç ölmüş, 200 kişi yaralanmış. 

1973 - Rauf Denktaş, Kıbrıs cumhurbaşkanı yardımcılığına seçilmiş.

1976 - Türkiye'nin Beyrut büyükelçiliği başkatibi Oktar Cirit, tabancayla vurularak öldürülmüş. Saldırıyı Ermeni terör örgütü ASALA üstlenmiş.

1968 - Haleyville'de (Alabama, ABD) ilk 911 acil telefon sistemi çalışmaya başlamış.

1983 - [1][Gazanya Bloğu] kurucusu Mehmet USLU dünyaya gelmiş.

1985 - Hizbullah örgütü kurulmuş (aman ne iyi olmuş :(().

1986 - Portekiz?de seçimler yapılmış ve Mario Soares 60 yıl sonra Portekiz'in ilk sivil başkanı olmuş.

1988 - Televizyonda 11 Şubat'ta kanser tedavisiyle ilgili programı izleyen bir hasta, zakkum yapraklarını kaynatıp içince ölmüş (Şaka gibi).

1998 - Çin havayollarına ait bir yolcu uçağı Çang Kay Şek uluslararası havaalanı yakınlarında düşmüş 202 kişi ölmüş.

1999 - PKK örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın Türk güvenlik güçlerince yakalanmasının ardından, örgüt taraftarları Avrupa çapında elçilik işgalleri ve rehin alma eylemlerine girişmişler.

2005 - Eski başbakan Mesut Yılmaz ve eski devlet bakanı Güneş Taner'in Türkbank ihalesine fesat karıştırmak suçundan Yüce Divan'da yargılanmalarına başlamış.

2004 - 16 Şubat Dünya Türk Bayrağı Günü imiş,

2006 - Kısaca MASH olarak adlandırılan ve çadırlardan oluşmuş "Seyyar Ordu Cerrahi Hastaneleri"?nin (Mobile Army Surgical Hospital) sonuncusu da ABD ordusunda hizmetten kaldırılmış.

2009- Geleceğin başbakanı olacak Eren G. ve geleceğin şovmeni Ege G. hayata gözlerini açmış.  Kısaca ikiz canlar olarak adlandırılan bu muhteşem ikili anne-babalarına Allah tarafından verilen en büyük hediye olarak küçük G. ailesine büyük mutluluk getirmiş. Ezgi resmen anne olmanın heyecanını tatmış ve bu anlatılmaz yaşanır duygunun nasıl bir şey olduğunu anlayarak içi şükran şükran ve yine şükranla dolup taşmış!

Salı, Şubat 02, 2010

Ekmek için Gül için Daha Yaşanabilir bir Dünya İÇin!



"Sen Spartacus'u bilir misin Mükremin kardeş?" diye esprili bir başlık atmak isterdim ama Tekel İşçileri "açlık grevine" başlamışken çok da esprili bir yazı çıkmayacak sanırım.
Malumunuz Tekel İşçileri yaklaşık bir aydır Ankara'nın kışı soğuğu demeden sokaklarda yatıp kalkıyor, özlük haklarını korumak adına meramlarını anlatabilecek bir mecra arıyorlar. Arıyorlar da, bulamadıkları da aşikar. İşçilerin seslerini duyurma çabası halka halka büyüyor, ve onlar gibi madur olan işçiler için bir umut ışığı oluyor. Tıpkı Ken Loach'ın "Bred & Roses" filminde olduğu gibi. Daha önce "boykottayım litfen ama litfen rahatsız etmeyiniz" başlıklı yazımda ayrıntıları ile değinmiştim bu filme. Şimdi bir kez daha hatrıma düştü şu olaylar karşısında ve ben de Tekel İşçilerinin bu anlamlı, şerefli direnişini yazmadan, bu güzel filmle ilişkilendirmeden edemedim. Her ne kadar gündemi takip edemesem ve eskisi gibi gerek dünya gerekse ülke gündemini ilgilendiren konularla ilgili yazamasam da bu konuyu kendi yaşam biçimim ve görüşlerim çerçevesinde atlamamam her ne kadar onlarla omuz omuza olamasam da en azından Tekel İşçisi kardeşlerimle gönüldaş olarak onları desteklediğimi yazmam  gerektiğini düşündüm.                                 
                                    foto:http://www.impawards.com/2001/posters/bread_and_roses_ver2.jpg  


Onların eylemleri öylesine doğal, öylesine haklarını aramaya yönelik ki. İdeolojileri, dünya görüşleri ne olursa olsun; muhafazakar ya da liberal, dindar ya da değil herkesin aynı çatı altında açlık orucuna oturduğu, Ankara meydanlarına kurdukları çadırlarda sıcacık çaylarını paylaştıkları; emek için, gül için, sadece kendileri değil tüm işçi kardeşleri için daha yaşanabilir bir dünya kurmak için verilen bir çaba. Amaçladıklarını kazanamamış olsalar da diğerlerine örnek olmaları bağlamında başarıya ulaşmış bir eylem. Umuyorum bu ses devam eder, sesi duyması gereken mecralar bir an önce kulak kesilir de canlar yanmadan, ocaklar sönmeden bu iş olması gereken yere bağlanır. Kalbimiz, aklımız, dualarımız onlarla!

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails