Ön not: Bu yazıya 27 Mart'ta başlamıştım ama bir türlü tamamlayamamıştım. Malum memleketin hali ortada. Bu ülkede her gün gerçekten de yeni bir gün. Maaşallah hareketli yaşantımıza diyecek yok. İç politika öyle bir hal aldı ki, bazen kendimi lunaparkta hızlı trende (bkz ing. roller coaster) çığlıklar içinde giden biri gibi hissediyorum. Bu çok normal değil mi? Her an herşey olabiliyor. Bir gün bakmışsınız sınırın öte tarafına geçivermiş askeri birlikler, başka bir gün işimiz bitti deyip hooop dönüvermişler, bir gün türban değişikliğini kapsayan anayasa tasarısı onaylanıvermiş, bir gün demokrasi denilen şey dillere pelesenk olmuş, ertesi gün unutulup başka yollara sapılmış, başa bir gün biri iktidar partisine kapatma davası açmış, iktidar partisi benim elim elma toplamıyor ben de yine anayasayı değiştiririm deyip kolları sıvamış (ama nedense sadece kendilerine Müslüman oldukları için kendinden gayri partilerin kapatılma ihtimallerine pek de oralı olmamış), operasyon kapsamında göz altına alınan gazteciler, eski rektörler, parti liderleri olmuş, borsa düşmüş, altın çıkmış, elde avuçta olmadığı halde hane halkı başına düşen gayri safi milli hasıla beklenenden artış göstermiş, en kritik kadrolar akşamdan sabaha değişivermiş, vs, vs,vs... Milletçek hepimiz adrenalin topları gibi geziyoruz. Adrenalin depolamak için ekstrem sporlara ihtiyacımız da pek olmuyor o yüzden. TV'yi aç, haberleri izle, yeterince adrenalin depola, uygulama bu kadar basit yani.
Uzunca bir ön notun ardından mevzu bahis 27 Mart gündemine gelelim. Malum ben bu yazıyı yayınlamadan bir kaç gün önce Harbiye'deki Muhsin Ertuğrul sahnesi uzunca bir süreliğine kapatıldı. Bizim memlekette alış veriş merkezleri tiyatro salonlarından daha bir değerli görüldüğü ve vitrin izlemek tiyatro izlemekten daha zararsız (başka bir anlamda yararlı) bir etkinlik olarak değerlendirildiği için emektar sahnenin yerine bir alışveriş merkezi, merkezin içine de bir sahne yapılması uygun bulundu. Kısaca büyüklerimiz böyle taktir etti ve dünya tiyatrolar haftasında bir tiyatroya yapılabilecek en büyük kötülük de milli tarihimizdeki yerini aldı. Tiyatronun çok sevildiği ve en azından halkı tarafından gerekli değerin verildiği bir kentte yaşıyor olduğum için kendimi şanslı adlediyorum. Ancak ne yazıktır ki böylesine sevildiği halde bir devlet ya da şehir tiyatroları yok bu kentin (eskiden şehir tiyatroları için güçlü girişimler vardı, iyi oyunlar da hazırlanırdı, ne yazık ki mahalli idareciler onu da bitirdi). İzmir devlet tiyatrolarından beslenen, geldiğini boş göndermeyen bir yer.
Geçtiğimiz hafta da İzmir Devlet Tiyatroları Simavnalı Şeyh Bedrettin oyununu sergiledi kentimde. Beklediğimden iyi bir kurguya sahip, oyunculuklar biraz bağıran ama herşeyden öte inanılmaz müziklerle bezenmiş iki perdeli müzikli bir oyundu. Müzikler olmasa biraz kuru kalabilirdi ancak öylesine profesyonel bir müzisyen topluluğu vardı ki...Konu malum, Şeyh Bedrettin resmi tarihimizde "dini yozlaştırıyor" görüşü ile idam edildiği anlatılan, bize Osmanlı'nın ilk isyankarı gibi gösterilen bir çeşit kominist. Oysa aslında kendisi halk için halkın egemeni olan devlete karşı koyan, inançları ve idealleri uğruna ölümü göze alan bir bilge. Oyun elbette ki tarihsel bilgileri barındıran ancak resmi tarihe pek de ehemmiyet vermeyen bir anlayışla hazırlanmış. Şeyh Bedrettin'in bilge yönül ön plana çıkartılmış. İşin ilginç yanı konu o kadar güncel o kadar tarih üstü ki. Sanki giyim kuşam dışında farklılaşan hiç birşey yokmuş gibi. Güç sahibi olanlar, güce yakın olup iktidardan beslenenler ve de elbette ki güçten bir hayli yoksun olup ezilenler... "Mülk halkındır" diyor Şeyh Bedrettin "mülk halkın"... Bugün dahi mülkün kimde olduğu belli...Onun içinde de halk yok maalesef, halk eline geçen üç beş kuruşla bir ev bir arabam olsun, bankadan kredi çeker ömür billah öderim düşüncesinde.
Son söz: Oyunu izlemenizi şiddetle öneriyorum. Taze beyinlere bir soru işareti, gençliğinin son demlerini ve orta yaş krizini yaşayanlara ise hoş bir seda bırakacağını, idealist duygularını perçinleyeceğini düşünüyorum. Kıssadan hisse oyunundan çıkan bir teyzenin deyimi ile "bu seyirci tiyatroya aç!". Allah sanata aç bırakmasın. Amin.:)