Pazartesi, Ekim 29, 2007

Savaş, terör bahane Cumhuriyet'i kutlamaları şahane!

Kan kusup, kızılcık şerbeti içmek diye bir deyim vardır güzel Türkçemizde. Cumhuriyetin 84. yıl dönümünü kutladığımız bu günü iyi özetlediğini düşünüyorum bu sözün. Ülke kaosa sürüklenirken, savaş tamtamları çalınıp, karşılık restleşmeler ahenkli bir şekilde sürerken, onca insanımız ölmüş, üstüne üstlük sekiz askerimiz rehin alınmışken nasıl oluyor da böylesine coşkuyla, gökleri yırtan havai fişek gösterileriyle kutlanabiliyor bu cumhuriyet? Bu kadar kolay mı olup bitiyor herşey, bir gün önce hop otutup hop kalkıyorken yerlerimizde, bir gün sonra eller havada 10. yıl marşını söyleyip cumhuriyetin 84. yaşını kutlamak böylesine basit bir olay mı? Şapkalarımızı önümüze alıp düşünsek, bu 84 yılda neler gördü, neler yaşadı bu cumhuriyet desek, hangi badireleri atlattı, nasıl bu hale getirildi bir anlamaya çalışsak, hatta anlamakla kalmayıp bundan sonra da yaşayabilmesi için neler yapmamız gerektiğine ilişkin ortak bir akıl ortaya koymak için çabalasak, "haydi bütün eller havaya, cumhuriyeti kutlamaya"demekten çok daha anlamlı olmaz mı?

Salı, Ekim 23, 2007

Sözün bittiği yerde başlar bu yazı...

Gayri resmi olarak süregelen savaşımız tezkerenin çıkmasıyla resmiyete bağlanmış oldu. Tezkerenin kabulü PKK'ya ve onun destekçilerine aba altından sopa gösterirken, PKK da Türkiye Devleti'nin restini gördüğünü içimizi yakan bir eylemle gösterdi. Evet, içimizi yakan diyorum çünkü 21 Ekim sabahı televizyonları karşısında ailecek pazar kahvaltısı yapan bizler önce 9, hemen sonrasında 12 canımızı kaybettiğimizi öğrenince gerçekten yandık. Ateş 20 yılı aşkın bir zamandır topraklarımıza düşüyor ve bu gerçekten can yakıyordu. Hepsinin bir öyküsü vardı, her insanın bir kişisel öyküsü olduğu gibi. Kimi evlenecekti tezkere alır almaz, kimi daha yeni kavuşmuştu yıllardır görmediği annesine...Açıklamalar yapılıyordu farklı ağızlardan: kanı yerde kalmayacak askerlerimizin, hesabı sorulacak tüm bu olanların deniyordu, yıllardır dendiği gibi...ve 33 PKK'lının öldürülmesinin ardından Genel Kurmay açıklıyordu "misli ile karşılığı verilmiştir" diye. Sevinmek mi gerekirdi şimdi öldürülen diğerlerine? Onların hikayelerini merak etmek vatanını sevmeme anlamına mı geliyordu? O halde kimliği belirsiz teröristlerin ölümüne sevinmek irrasyonel olarak belki de en doğru duygusal tepkiydi. Evet duygusaldık, yılların yükünü taşıyan, yıllardır aynı acı haberleri duymanın yorgunluğu ve yılgınlığı ile beraber duygusaldık hem de...Tepkilerimiz de o doğrultuda "duygusal" olacaktı elbette, ne de olsa bizler sadece halkıydık bu ülkenin. Duygusallıktan uzak, rasyonel çözümler üretmekse her zaman olduğu gibi politikacılarımıza bırakılmalıydı. Kitlesel olarak il il, bucak bucak yollara dökülen halk "hepimiz Mehmetiz, hepimiz askeriz, hepimiz şehitiz" sloganları eşliğinde bir an önce vatanını bölmek isteyen katillerin cezalandırılmasını, Devletinin kişilikli bir çözüm ortaya koymasını istiyordu ısrarla...Halk demokratik yollarla devlet unsurlarına bir mesaj ulaştırıyordu, haklıydı da kendi doğalında. Oysa hükümet sözcüsü "serin kanlı" olmalarını, taşkınlığa mahal vermemelerini istiyordu sabrı zaten taşmış olan halkından. Doğruydu, politika üretmek duygusallık kaldırmıyordu. Hele ki "terör" söz konusuysa akılcı çözümler üretebilmek için serin kanlı olmak, akıl bali davranabilmek daha büyük önem kazanıyordu.
Çünkü PKK Türkiye için terör örgütü sınıflamasına girerken ABD ve Rusya gibi ülkeler için bir sibop görevi görebiliyordu. ABD'nin basın organları terörist yerine direnişçi, gerilla, savaşçı gibi terimleri kullanmayı tercih ediyordu. Bu bile inceden bir mesajdı...
Bakın internet nnsiklopedisi Vikipedi "dünden bugüne terörizm" sekmesi altında şu satırlara yer veriyor: " İkinci Dünya Savaşı'ndan ve özellikle 1963'deki John F. Kennedy suikastinden sonra faaliyetlerine hız veren ABD'nin tutunmayı hedeflediği coğrafyalarda istikrarsızlık ve bunalım ortamı yaratmak için yaymış olduğu yıkıcı bir düşünce akımıdır[kaynak belirtilmeli] .Bu düşünce akımını tüm muhalifler desteklemektedir. Özellikle İsrail devleti kurulduktan sonra Ortadoğu coğrafyasında terörün, şiddetin ve kargaşanın şaşırtıcı biçimde hiç durmadığı ve giderek arttığı göze çarpar. Bugün terörizm düşünsel boyutta bir düşünce olmaktan çıkıp devletlerin gizli çıkarları uğruna masum insanların vahşice öldürüldüğü bir eylemsel bütünlüğe ve anarşinin hüküm sürdüğü her yerin düzenine dönüşmüştür." Bu ifadeler zaten bildiğimiz şeyleri bir kez daha hatırlatır, bir kez daha doğrular nitelikte. PKK ABD, Rusya ve bazı Avrupa Birliği ülkelerinin maddi ve elbette manevi destekleri ile ayakta duruyor. Çünkü ABD'nin ve içindeki Siyonist lobilerin hayalini kurduğu Büyük Ortadoğu'yu içeren bütünün bir parçası. Görünen o ki bağımsız Kürdistan, Kürtlerden çok, uzun zamandır Ortadağu'yu, Kudüs'ü ele geçirmenin hayalini kuran ABD'nin işine yarayacak.
Sorun şu ki terör eylemleri giderek halkı bölmekte ve kutuplaşmaları arttırmakta. PKK'nın özellikle "özgürlük vaat ettiği" toprakların gelişmesini, halkın ekonomik etkinliklerle güçlenmesini ve eğitilerek bilinçlenmesini engellediğini, özellikle 88-94 yılları arasında öğretmen ve doktorlara yönelik saldırılardan biliyoruz. Bu savaşta kayıplar sadece güvenlik güçleri ile sınırlı değil, pek çok öğretmen, doktor ve sayısı binleri aşan sivil insan hayatını kaybetti. Peki ne için? Ben bu sorunun cevabını defalarca sordum, hala da soruyorum kendime, ama ne bilgi birikimim ne aklım içinden çıkılır, somut ve berrak bir cevap verebiliyor bu soruya. En büyük korkum, duyguların akışına kapılarak, çığ gibi büyüyen öfkenin masum insanlara yansıtılması ve artan kutuplaşmaların, öfke patlamaları olarak "linç" girişimlerine dönüşmesi. Hiç bir zaman aklımızdan çıkartmamamız gereken bir şey olduğunu düşünüyorum: Nasıl ki her Müslüman El-Kaideli ya da onun sempatizanı değilse, her Kürt de PKK'lı ya da onun sempatizanı değildir. Genellemelerden uzak durabildiğimiz sürece bölünüp, yeni devletçikler türetmez, başka bir deyişle oyuna gelmeyiz.

Cuma, Ekim 19, 2007

Kazma KAZ'da!!!

Bayramiç'ten bir görünüm: www.canakkale.com 'dan alınmıştır.
İstanbul'un taşı toprağı altın diyenler yanlış biliyorlar. Türkiye'nin neredeyse her dağı, her taşı altın. KAZ kaz bitmez bu altınlar canım vatanımda. Bergama'nın tepelerinden altın, ovalarından siyanür akar. Kuşadası'nın dağları önce yakılır, sonra birinci kalite taş ocağı olur. Bodrum'un dağlarından güzel kayrak taşı çıkar ki bu taşlar beş yıldızlı tatil köylerinin, trilyonluk rezidansların duvarlarını süsler. .....................................................................
Dağ taş, ova bayır gezip altın avcılığına çıkanlar her kimse çok iyi çalıştıkları kesin. Nerede bakir, nadide bir köşe var bulup çıkartıyorlar. Ellerine sağlık. E tabi ne de olsa biz kalkınmakta olan bir ülkeyiz. Ağaçtan, doğadan, temiz hava, temiz toprak, kaliteli sebze-meyveden daha çok altına ihtiyacımız var. Ne de olsa topluca kalkınmak zorundayız, sağlıklı bireylerden çok kesemizin dolduğuna, hazinemizin kasasının şişmesine bakarız. Siyanür olsun, metan gazı olsun, karbon gazı olsun vız gelir bize. Bağışıklıyızdır cümleten asitin, zehirin her türlüsüne. Çevre dediğin, doğa dediğin nedir ki, vız gelir tırıs gider; mühim olan maliyettir, iktisattır, kapitaldir. O yüzden KAZ dağlarını da bir güzel kazmak, köstebek yuvasına çevirmek, çıkan altınları siyanürle ayrıştırmak gerekir temizinden.
................................................................................................................
İnsanımız sever altını, altına yatırım yapmayı; düğünlerde, doğumlarda bir Cumhuriyet ya da Ata takmayı...Sever takıp takıştırıp, ışıl ışıl altınlara dolanmayı. Ama bir altın parçasından daha çok sever yaşadığı yeri, soluduğu havayı, yediği elmanın tadını bilinçlenen halkımız. O yüzden koyar tavrını kendini hiçe sayıp rant peşinde koşanlara en okkalısından.

Salı, Ekim 16, 2007

Türk işi ibadet...

Dün e-postama göndermiş bir aradaşım. Bir nevi foto blog olarak yayınlamayı istedim. Bu şahsiyet kimdir bilmiyorum ama affına sığınarak, kolay da deşifre olmayacağını düşünerek yayınlıyorum. Söylenecek çok söz olmasına rağmen bu resmi yorumsuz göndermeyi uygun buldum. Ben yorum kısmını size bırakıyorum dostlar. Eminim sizden çok şey çıkar.

Pazartesi, Ekim 15, 2007

Hüzün değil bu hazan...

Güz serin nefesiyle yavaş yavaş hissettirmeye başladı kendisini...Aylardır oruç tutan toprağa düşen yağmur zerreleri bayramın gerçekten geldiğini müjdeler gibi suya hasret kalmışlara... Üşümenin, ürpermenin, yağmurdan iliklerine kadar ıslanmanın ne menem birşey olduğunu unutmuştuk nicedir. O hazzı yaşıyoruz ailecek bir kaç gündür. 75'lik Anneannem, evden çıkmaya mecali olmadığı halde yağan yağmurun altında karşıdaki gevrekçiye kadar yürüyüp, sırıl sıklam ıslandığını anlatıyor telefonda büyük bir zevkle...Bense o çok sevdiğim kokuyu çekiyorum derin bir nefesle: tazeliği, duruluğu, hüznü...
Hazan mevsimi hüzün mevsimidir derler; bağbozumu, yaprak dökümü...Oysa bu hazanda düşen yapraklar hüznün değil, yaklaşan kışın müjdecisi oldu; düşen her yağmur damlası daha bir coşkuyla karşılandı. Özlemle beklediğimiz bir dost gibi...

Perşembe, Ekim 04, 2007

Siz hangisi olmak istersiniz? Malezya mı Ruanda mı yoksa başka birşey mi?

Anayasa referandumuna haftacıklar kala hala neyi oylayacağı konusunda ciddi bir fikre sahip olmayan vatandaşlar olarak anayasamızın gıyabında ortalıkta dönen tartışmaların içinde kendimizi de kaybetmiş durumdayız. Türkiye Malezya mı olacak Ruanda mı; yok efendim Cezayir'e mi dönecek, İran İslam Cumhuriyeti'ne mi şaşırdık valla. Her gün bir yenisi çıkıyor bu model ülkelerin. Ne olduğumuzu, ne olacağımızı bulamadık bir türlü. Anayasanın yanında bir de yeni kimlik belgesi edineceğiz bu gidişle herhalde. Aslında anayasa hazırlama uğruna bu kadar meşakkate de hiç gerek yokmuş gördüğüm kadarıyla. Oylama pusulalarına ülke isimleri yazıp, hangisi olmak istersiniz, hangisini seçersiniz deseler daha kolay olur(muş). Hatta benim kuşağın hem öğrenip hem de eğlendiği İsim-Şehir- Ülke oyununu bir format halinde devreye soksalar çok daha pratik bir çalışma olmaz mı? Cumhurbaşkanı kim olsun?- Başkent'in yeri değişsin mi?- Türkiye hangi ülkeye dönüşsün?...Kim bilir belki bu önerimi okuyup, son tahlilde bu cin fikri sokarlar uygulamaya. Zira yasacık ve yasakcık söylentileri dışında ortada oylanacak ne ana var ne de yasa. Sokaktaki adama soruyorlar "Türkiye'nin hangi ülkeye benzemesini istersiniz?" diye. "Malezya mı, Ruanda mı?". Adamcağız şaşkın, hayatında belki ilk defa duymuş Ruanda'nın adını. Ne Tutsilerden haberi var, ne Hutular'dan ne de Fransa destekli, Belçika köstekli o kandlı katliamdan... Hotel Ruanda' yı sorsalar "Aksaray'da bir otel mi o" diyecek. Malezya'dakiler ne yer ne içer, burası Dünya'nın neresine düşer nerden bilecek. Bana ne ne diyor sokak amcası Ruanda'dan Malezya'dan. Başka bir vatandaş atılıyor "Türkiye Türkiye olarak kalsın, benzemesin hiç bir ülkeye" ... Der tabi, soru abes her şeyden önce. Ama konuşacak başka konu da yok piyasada. Üniversite öğrencisi türbanla okula girsin mi girmesin mi diye tartışıyor, üstüne girerse "mahalle baskısı" olur, el kadar bebeler örtünmek zorunda kalır diye kuramsal çarpıtmalarda bulunuyor, sonrasında da Malezya gibi ılımlı İslam yönetimine geçeceğimizin ön görülerini yapıyoruz haklı olarak. Haklı olarak diyorum çünkü elimizde tartışıp görüş bildireceğimiz daha sağlam malzemelerimiz yok, farazi durumlar üzerinden niyet okumacılığı yapıp geleceğe ilişkin fikir telakkisi yapmaya çalışıyoruz. Magazinsel yönleri ile ilgilendiriliyoruz yani, düpedüz güdümleniyoruz. Cumhurbaşkanımızın hali ne olacak bundan sonra bilmiyoruz mesela. Ya da türbanın üniversitelerde serbestlenmesi dışında bu yasa toplumsal hayatımıza neler getirecek, neleri değiştirecek bilmiyoruz. Sivil anayasamız bizi ne kadar sivilleştirebilecek, demokrasi anlayışımızı ne kadar geliştirecek, temel insani haklarımızı ne derecede kapsayacak hiç biri ile ilgili net bir bilgiye sahip değiliz fikir üretebilmek adına. Bu anayasa işi biz Türkiyelilerin hayatında bir şey değiştirir mi, Türkiye Malezya olur mu, olmaz mı bilmem ama bildiğim Malezyalıların hayatında şimdiden birşeylerin değişmeye başlamış olması. En azından adamlar Türk turist patlaması sayesinde hazinelerini zenginleştirecek, bizim içimiz dışımız Malezya olurken model bir ülke olmanın keyfini sürecekler belli bir süre...
Malezya'dan insan manzaraları....

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails