Cuma, Aralık 29, 2006

Eskiyi Getir Yeniyi Götür: 2006 çıkarken...

Hani pek çok yerde gördüğümüz bir mizansen vardır: eski yaşlanmış bir adam olarak çıkarken yeni yıl da bir delikanlı olarak kapıdan girer...Bu yazıyı gördüğümde de aklıma o mizansen geldi. Keşke bu kadar kolay olsaydı herşey diye düşündüm. Eski bir yıl çıkarken onu buruşturup çöp tenekesine fırlatıverseydik ne güzel olurdu. Ama olmuyor işte, olamıyor. Yaşanmışlıklarla geçen bir yıl hatta geride kalan onca yıl öyle kolaycacık bir köşeye terkedilemiyor. Bu yıllar kümülatif bir şekilde birikiyor ve doğan her mahlukat "yeni" gelen yılla biraz daha "eskiyor"...Peki nedendir bunca telaş, bunca heyecan bunca tantana... İlle de kırmızı don giyen, etrafı süsleyen, evinin ortasına çam ağacı konduran, çılgınca alışveriş yapan insanoğlu dışında var mıdır kutlayan yaklaşan "son kullanma tarihini"? Varsa dahi vallahi ben bilmiyorum.Ama yine de sıradan bir insanoğlu olarak bir yıl geçip giderken hem hüzünleniyor hem de yaklaşan yılın nelere gebe olduğunu merak ediyorum. İşin en kötüsü "umut" ediyorum. Yeni yılın sihirli bir değnekle geleceğini sanma gafleti içinde ülkeme ve dünyama sanki birden mutluluk bulutları inecekmiş hissine kapılıyorum. Sanki savaşlar birden kesilecek, salgın hastalıklar, salgın olmayan hastalıklar,açlık,fakirlik birden sonlanacak, insanlar kardeş oldukları fikrini içselleştirecek ve farklılıklarıyla birbirini kabul edebilecek, ekonomik refah halka halka dünyamın en ücra köşesine kadar yayılacak, toprakları ve kafaları ayıran sınırlar kalkacak, isteyen istediği coğrafyada yaşayabilme özgürlüğüne kavuşacak, işkenceler, fiziksel şiddetler, çocuk pornoları, cinsel istismarlar, hayvanlara yönelik zulüm son bulacak, insan yaşadığı doğanın ne büyük bir nimet olduğunu kavrayacak ve ona göre hor kullanmayacak...Dünya ütopik bir oluşuma girecek...
Haberciler insanlara "yeni yıldan beklentilerini" sorduklarında nedense hep o klişeleşmiş cevapları alıyorlar. "2007' de dünyaya barış, sağlık, ekonomik refah ve mutluluk gelsin." Gelsin de 2006 ve öncesinde de bu dilekler dile getirilmemiş miydi? Pek çok insan bu dilekleri paylaşıp, ifadelendirmiyor muydu? E peki nerede o zaman barış, nerede ekonomik refarh, nerede mutluluk. Bu işte bir gariplik yok mu? Hem isteyeceğiz hem de bu istekler için en azından bireysel düzeyde bir çaba göstermeyeceğiz (sözüm çaba gösterenlerin dışına). Var mı böyle çok yüzlülük?
Ben 2007 gelirken insanlık için "akıl, fikir ve yürek" diliyorum. Bunlar olmadı mı dünyamız için de ülkemiz için de bi mok olmaz.
Not: 2006' da ben bol bol ders çalıştım, 2007' de de öyle yapacak gibi görünüyorum. Bir dostumu Ankara' ya emanet ettim, Ankara' dan da dost doğru bir dost edindim. Teyze oldum, teyze olacağım haberleriyle coştum, dostlarımı dünyaevine gönderdim, dost meclislerinde doydum, kaybettim sandıklarımı buldum. Bir blog sitesi kurdum ve yeniden eski gunlerimdeki gibi yazmaya başladım. Geliştim, daha da gelişmem gerektiğini, okunacak, öğrencek çok şeyin olduğunu bir kez daha anladım. En son 2006' nın önemli olaylarını fotoğraflarıyla aktaran NTV almanağını ve muhteşem fotoğraflarıyla "O'an"lar kitabını edindim. 2006 çıkmadan size de bir an önce bu yayınları edinmenizi tavsiye ederim. 2007 hepimiz için iyi bir yıl olsun.
Dostlar size de yeni yılda bol okumak, çok yazmak, yazılanları paylaşabilmek, paylaştıkça çoğalmak ve bunları yapmak için de aşk diliyorum...İyi yaşayın.

Perşembe, Aralık 28, 2006

KURBAN BAYRAMINDA ÇOCUKLARA ÖZEN GÖSTERİLMELİ

11-12 yaşlarındayım. Hiç unutmuyorum babam bir ay öncesinden Kurban'da kesilmek üzere alnında beyaz bir lekesi olan kara bir kuzu almıştı. O kuzuyu evin altındaki depoya koymuş, biray boyunca beslemiş sonra da arabaya koyup İzmir' e götürmüştük.Öyle karga tulumba bir vaziyette değil, ağalar paşalar gibi. Annemle ben ön koltuğa sığışmış, arka koltuğu komple kaldırmış, kuzumuzu o alana yerleştirmiştik. Kuzu olarak aldığımız hayvanı bir ayda koça çevirmeyi de başarmıştık ayrıca. Kurban olarak alındığını ve eninde sonunda kesileceğini bilsem de çok direnmiştim kestirmemek için. Annemle babam da çok üzülmüştü onun kesilmesine ama ne başka bir kurbanlık alma durumumuz vardı o sıralar ne de o hayvanı uzun süre besleyecek mekanımız. Çaresiz kesilmişti bayramın 1. günü ve eve getirilmişti cansız bedeni, kafası, bacakları.Nasıl üzülmüştüm o masum yüzünü gördüğümde.Annem kavurmasını yapıp tüm aile masaya oturduğunda "bak bu bizim kuzumuzun eti" demişti. Ben ölen hayvanımızın yasını tutuyorken annem nasıl böyle bir şey diyebilirdi? İşte o an kurban da et de bende bir nefretin oluşmasını sağlamış,uzunca bir süre kırmızı ete ağzımı kapatmama neden olmuştu. Kurban bayramları bende bu anının canlanmasına neden olur. Çocukluğumda ve ilk gençliğimde (hala gencim de) bayramın birinci günü odamdan hiç çıkmama, özellikle mutfak dolaylarında bulunmama gibi bir lüksüm vardı. Şimdi o da yok maalesef. Yine de dayanamıyorum kan gölüne dönmüş sokakları görmeye, taze ve kavrulmuş et kokusu duymaya... Aşağıda sevgili hocamız S.Değirmencioğlu ve öğrencilerinin kurban bayramı ve bayramda çocukların durumu ile ilgili hazırlamış olduğu bilimsel çalışmalara dayalı bir basın bildirisi var. Bu önemli konuyu sizlerle paylaşmak istedim. Bu çalışması için hocama ve ekibine teşekkürlerimi sunuyorum...
Beykent Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Serdar M Değirmencioğlu ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğrencileri Can Gezgör ve Okan Karka, her yıl Kurban Bayramı arifesinde ortaya çıkan kurban tartışmalarında, kurbanlık hayvanlar nerelerde satılabilir, kurban kesimi nerede nasıl yapılabilir, kurban derileri kimler tarafından toplanabilir gibi konular ele alınırken çocukların unutulduğunu vurgulayarak, özellikle kurban kesimi sırasında psikolojik olarak hazır olmadıkları görüntülerle ve deneyimlerle karşı karşıya kalan çocuklara özen gösterilmesi ve destek verilmesi için çağrıda bulundular. Değirmencioğlu, Gezgör ve Karka bu çağrıya kulak vereceklerin kullanabilecekleri kaynakları oluşturmak üzere hem bilimsel literatürü taradı, hem de kurban kesimi hakkında öğretmenler, anne babalar ve çocuklarla görüşmeler yaptı. Değirmencioğlu ve öğrencileri literatürdeki araştırma sonuçlarını, uzman görüşlerini ve yapılmış görüşmeleri Kurban Bayramı öncesinde kamuoyunun dikkatine sundular. Kurban Bayramı ve Çocuk Araştırması Kurban Bayramı, çocuklar için ölüm kavramının en çok tekrarlandığı zaman olmasına karşın çocukların bu dönemde yaşadıklarının pek önemsenmediğinden yola çıkan Değirmencioğlu ve öğrencileri çalışmalarının ilk adımında, çocukların ölümü nasıl algıladıklarına ilişkin literatürü araştırdılar ve özellikle çocukların özel bir bağ kurdukları evcil hayvanların ölümlerine verdikleri tepkileri ele alan bilimsel makaleleri, kitapları, çocuklar için yazılmış masalları incelediler. Araştırmalar çocukların ölümü yetişkinlere benzer bir şekilde kavrayabilmesinin gerek okul öncesi dönemde gerekse ilköğretim çağında mümkün olmadığını ve ölüme ilişkin deneyimlerin çocuk için zor baş edilen deneyimler olduğunu göstermekte. Çocukların ölüme ilişkin yetersiz bilgi ve destek edinmelerinin onları hem kısa hem de uzun süreli etkileyebildiği biliniyor. Örneğin, çocuklar çok sevdikleri evcil hayvanların ölümünü anlamakta zorlanıyorlar ve bu nedenle çok üzülüyorlar. Çocukların küçük yaşta ölüme, can çekişmeye ve kana şahit olmaları, anlamakta güçlük çekecekleri bu olaylar nedeniyle önemli düzeyde tedirgin ve rahatsız olmalarına yol açabiliyor. Değirmencioğlu ve öğrencileri çalışmalarının ikinci adımında, özellikle Kurban Bayramı öncesi eve getirilen hayvanla çocukların ilişkisi üzerinde durdular. Topladıkları bilgiler, yıllardır birçok çocuğun kurban olarak eve getirilen hayvan ile duygusal bir bağ kurduğunu ve bayramda bu hayvanın kurban olarak kesileceğinin çocuğa söylenmediğini veya çarpıtılarak aktarıldığını gösterdi. Çok sevdiği hayvanını kaybeden çocuğun üzüntüsünün, çoğu zaman anne baba tarafından anlaşılamadığı ve bu konuda çocuğa verilmesi gereken desteğin verilmediği de görüldü. Çok sevdiği bir hayvanın kurban olarak kesilmesi nedeniyle birçok çocuğun etten uzaklaşması ve hatta hiç et yememesi de sık rastlanan öyküler. Kurbanın eve getirilmediği, hayvanın çocuğun haberi olmadan kesildiği veya kurbanlık hayvan alınmayan evlerde ise, çocukların kurban kesimini özellikle televizyon aracılığı ile tanıdığı ve televizyonda gördüğü hayvanın eziyet görmesi, hayvana zor kullanılması gibi kötü muamele ve şiddet içeren olaylardan rahatsız olduğu anlaşıldı. Değirmencioğlu ve öğrencileri çalışmalarının bir diğer adımı olarak, Kurban Bayramı ve kurban kesimi hakkında anne babalar, öğretmenler ve çocuklardan görüşlerini ve deneyimlerini topladılar. Ayrıca uzmanlara Kurban Bayramında çocuklara nasıl davranılması gerektiğini sorarak, bu görüşleri kamuoyunun dikkatine sundular. Kurban Bayramı ve Çocuk Araştırmasına bayramda da devam edeceklerini bildiren Değirmencioğlu, Gezgör ve Karka, araştırmanın hedefinin ailelerin ve toplumun, çocukları ölüm kavramı karşısında yeterli oranda ve doğru şekilde bilgilendirmeleri ve çocuğun yaşayabileceği duygusal sorunların önlenmesi olduğunu vurguladılar. Kurban Bayramında Çocuklara Nasıl Davranılmalı – Öneriler Çocuklara kurban edilen hayvanların ölüm nedeni ile ilgili açıklama yapılırken yanlış, yetersiz ve bazen çocukta endişe yaratabilecek bilgiler verildiğine dikkat çeken Değirmencioğlu, Gezgör ve Karka, ölüm nedenlerinin dürüstçe ve çocuğun yaşına göre çocuğa söylenmesi gerektiğini önemle vurguladılar. Örneğin, “Çok iyi bir hayvandı ve Allah onun kesilmesini istedi” denilerek yapılan bir açıklama, çocuk için “iyilik yapan canlıların öleceği” anlamına gelebilir ve çocuk iyi davranışlarından vazgeçebilir. Aynı şekilde “Bak, beslediğimiz kuzunun etini yiyoruz” şeklinde yapılan bir açıklama, çocuğun et ürünlerinden uzun süreli olarak uzaklaşmasına neden olabilir. Araştırmacılar, çocukların Kurban Bayramı’nda psikolojik olarak olumsuz etkilenmemesi için şu önerilerde bulundular: Ø Çocuklar kurban kesimini izlemeye zorlanmamalıdır. Özellikle okul öncesi dönemdeki (6 yaş öncesi) çocukların kurban kesimini görmemesi gerekir. Çocuklar 8 yaşından başlayarak kurban kesilmesinin anlamını kavrayabilirler ama 10 yaş öncesinde ölüme ilişkin kavrayışları yetersiz olduğu için yine de rahatsız olabilirler. Bir dini görev olarak kurban kesilmesi kavramı özellikle 11 yaştan sonra daha iyi anlaşılabilir. Ø Çocuklar hangi yaşta olursa olsunlar, istemiyorlarsa kurban kesimini izlemeye zorlanmamalıdırlar. Ø Çocukların yanında kurban kesiminin konuşulması ve ayrıntılı olarak anlatılmasından kaçınılmalıdır. Ø Çocukların bir süredir baktıkları ve bir ilişki kurdukları hayvanların kesilmesi, 10 yaşından küçük çocuklar için özellikle rahatsız edicidir. Bu nedenle kurbanlık hayvan ya evde beslenmemeli, ya da kesileceği çocuğa dürüstçe anlatılmalıdır. Bu aşamada çocuğun yaşına göre açıklama yapılması ve kullanılan kelimelerin özenle seçilmesi önemlidir. “Uykuya daldı”, “Zaten ölecekti” “Kaza oldu” gibi açıklamalar kullanılmamalıdır. Özellikle çocuğa haber verilmeden kesilen bir hayvanın daha sonra çocuğa yine haber verilmeden, “Kestik ve bak ne güzel yedik” gibi açıklamalarla yedirilmesi çocuklar açısından çok rahatsız edicidir. Ø Çocuklar hangi yaşta olursa olsunlar, istemiyorlarsa kurban eti yemeye zorlanmamalıdırlar. Ø Çocukların ölümle ilgili ya da ölümün ardından yaşadıklarına ilişkin sorularına açık ve net cevap verilmelidir. Ø Çocukların duygularını anlatmalarına izin verilmelidir. “Erkekler ağlamaz” gibi ifadeler kullanılmamalı ve çocukların anlattıkları dikkatle dinlenmelidir. Çocuğun üzüntüsüne ve yasına anne baba ve diğer aile üyeleri ilgi göstermeli ve değer vermelidir. Üzüntüsünü paylaşırken “Boş ver!”, “Seneye yenisini alırız.” gibi geçiştirici cümleler sarfedilmemelidir. Ø Televizyon kanalları kurban kesimlerine ilişkin görüntüleri, kan ya da parçalanmış hayvan görüntülerini vermekten kaçınmalıdır. Anne ve babalar çocuklarını bu görüntülerden uzak tutmalıdırlar. Ø Kurban Bayramı sırasında yaşananların, çocuğu çok etkilediği ve davranışlarında önemli değişikliklere neden olduğu (örn., uyuyamama, yemek yememe gibi) görülürse bir uzmana danışılmasında yarar vardır.

Salı, Aralık 26, 2006

yasemin sannino-birdenbire (from

Geçen gün bahsettiğim "Cahil Periler" filminden Andrea Guerra' nın Birdenbire parçası eşliğinde bir alıntı. Youtube ve ekleyenin eli dert görmesin.Zevkle seyredin.ben öyle yapıyorum.

Nip / Tuck

Favori dizilerimden biri olan Nip/Tuck' ın bu haftaki bölümünde çok önemli bir konu olan ırkçılığa ve ırkçılıkla oluşan psikolojinin "beden imgesi" üzerindeki bozucu etkisine kendi kışkırtıcı diliyle güçlü bir vurgu yapıldı.
Olay kısaca şöyle gelişti: "Matt ve sevgilisi okul bahçesinde İsa'nın doğumunun "siyah" olarak sembolize edildiği heykelcikler gördüler. Matt' in sevgilisi İsa' nın siyah haline fazlasıyla bozuldu ve bunun Hristiyanlık dini, gelenekleri yozlaştırmak, insanların inanç sistemine de hakaret olarak yorumladı (Türkiye' de olsa TCK' nın 125. ve 216. maddeleri kapsamında savcılığa başvurabilirdi.). Neyse bunun üzerine Matt' i ikna etti ve bir gece vakti heykelcikleri alıp beyaza boyayıp yeniden yerine koydular. Heykelleri boyarken de sevgilisi kendi gerçeğini ve bu gerçekle ilgili korkularını Matt'le paylaştı. Büyük büyük annesi "siyahtı", her ne kadar pür-i pak bir insan olsa da kendisi siyah geni taşıyordu ve herhangi bir zamanda bu gen hortlayabilirdi. Böyle bir durumda da babası artık onu sevmeyecek ve siyah ırka mensup bir çocuğu olmasını istemediği için reddedecekti. Bu nedenle Matt' ten annesinin güzellik merkezinden "renk açıcı" bir krem getirmesini istedi. Matt bunun ne kadar hastalıklı bir düşünce olduğunu açıklamaya çalışsa da isteği kabul etti ve bir psikolog kart viziti ile birlikte kremi sevgilisine getirdi. Kız, arzudan gözü dönmüş bir şekilde kremi aldı, Matt' in yan etkileri ile ilgili açıklamalarını dinlemeye bile gerek duymadan bembeyaz tenine sürdü..."
Bu kısa alıntının makro düzeyde toplumların kutuplara çekilmesine, insan gruplarının kategorilere ayrılmasına, düşmanca duyguların ortaya çıkmasına ve toplumsal ruh sağlığının bozulmasına neden olan ırkçılığın mikro düzeyde bireysel ruh sağlığı ve kişiler arası ilişkiler üzerindeki yıkıcı etkisini çok iyi özetlediği kanısındayım. Irkçılık, milli ve dini değerler, toplumsal gelenekler gibi güçlü kaynaklardan beslenen hastalıklı bir örüntü ve kesinlikle bulaşıcı. Bir kere bulaştı mı tedavisi çok zor, o nedenle mümkün olduğunca donanımlı olup korunmak gerek.

Cuma, Aralık 22, 2006

"Ben"e çıkan bir yolculuk filmi: Cahil Periler...

Dün gece üçüncü kez
"Cahil Periler"i izledim. Dunyası ile beni sımsıkı saran o muhteşem filmi.Her karesini bir kez daha duyumsamaya çalıştım ve anladım ki 30 kez de izlesem ben yine aynı keyfi alacağım bu Ferza Özpetek filminden...İçime dokunan, derinime inen bir şey var çünkü o filmde...
Gerçekliğin ne olduğuna dair varoluşsal bir arayış, bir yolculuk, bir kimlik, bir aidiyet ve aşk...Aşkın en saf,en yalın ve o geçirgen hali...Kimlikleri ve aidiyetleri aşan, hiç beklenmedik bir anda geliveren hali..Yağmurdan kaçerken doluya tutulevermek gibi...
Sanılan gerçekle var olan gerçek arasındaki kaotik ilişkiyi çözümlemeye dair arayıştan "ben"in keşfiyle çıkılan bir yolculuk filmi...Aile olmanın organik bağlardan ibaret olmadığını ve dostluğun nasıl bir nimet olduğunu hatırlatan yalın ama basit olmayan dili ve Andrea Guerra' nın o buğulu, tılsımsı, hüzün dolu müziği...Bilmem hislerimi anlatabildim mi?

Perşembe, Aralık 21, 2006

Bu Dünyadan bir de Pinocet gecti...

1973 darbesi sonrası iktidarı ele geçiren, Kuzey Amerika sermayesi ile kolkola girip Şili'nin alt üst edilmesinden, Villa Grimaldi'de yaklaşık 4.500 kişiyi göz altında tutulmasından, göz altında pek çok Şilili' nin ölümünden ve işgenceye maruz kalmasından sorumlu olan A.Pinocet 11.12.2006' da yargı önüne çıkarılmadan öldü. Sting' in "THEY DANCE ALONE" şarkısının sözleri 73 darbesinin acısını yaşıyanlar için bir hayli manidar... Bu sözler Pinocet' nin nezninde tüm darbecilere ve darbe yanlılarına gitsin. Onlar anlarlar onu! Ve cocuklarını, sevgililerini, dostlarını...kısacası hayatlarının bir parçasını göz altında kaybedenlere, günümüzün cumartesi annelerine armağan olsun... why are these women here dancing on their own? why is there this sadness in their eyes? why are the soldiers here their faces fixed like stone? i can't see what it is that they despise they're dancing with the missing they're dancing with the dead they dance with the invisible ones their anguish is unsaidthey're dancing with their fathers they're dancing with their sons they're dancing with their husbands they dance alone, they dance alone it's the only form of protest they're allowed i've seen their silent faces they scream so loud if they were to speak these words they'd go missing too another woman on the torture table what else can they do they're dancing with the missing they're dancing with the dead they dance with the invisible ones their anguish is unsaid they're dancing with their fathers they're dancing with their sons they're dancing with their husbands they dance alone, they dance alone one day we'll dance on their graves one day we'll sing our freedom one day we'll laugh in our joy and we'll dance one day we'll dance on their graves one day we'll sing our freedomone day we'll laugh in our joy and we'll dance ellas danzan con los desaparecidos danzan con los muertos danzan con amores invisibles con silenciosa angustia danzan con sus padres con sus hijos con sus esposos ellas danzan solas danzan solas hey mr. pinochet you've sown a bitter crop it's foreign money that supports you one day the money's going to stop no wages for your torturers no budget for your guns can you think of your own mother dancin' with her invisible son they're dancing with the missing they're dancing with the dead they dance with the invisible ones their anguish is unsaid they're dancing with their fathers they're dancing with their sons they're dancing with their husbands they dance alone, they dance alone

Salı, Aralık 19, 2006

Eyleme Çağrı

Dünyada her yıl 2 milyon çocuğun seks kölesi pazarına sokulmasına,20 milyar dolarlık insanlık dışı çocuk pornosu sektörüne karşı %52’nin vicdana ve eyleme çağrısıdır! Çocukların cinsel sömürüsüne karşı SİYAH GÜN Dinî inancınız, siyasî görüşünüz ne olursa olsun, Hangi toplumsal kesimden olursanız olun... Hepimiz çocuk olduk, Hepimizin çocukları var. Biz, Dünyayı atalarından miras değil, Çocuklarından ödünç aldığını bilenler olarak, Vicdanı olan herkesi çocukların cinsel sömürüsüne karşı 23 Aralık Cumartesi günü 1 gün süreyle kendi internet sitelerini karartma eylemi yapmaya çağırıyoruz. İnternet sitelerimizi karartarak Çocuklara, insanlığa yapılan bu saldırıyı protesto edelim. Haydi! İnsanlık ölmesin! Her çocuk bir hayat Yaşasın Hayat!

Pazartesi, Aralık 11, 2006

Dondurmam Gaymak İnanmazsan Sen de Bak!

Geçtiğimiz Salı, oyuncularının Muğlalı yerel halk olması dışında neredeyse hakkında hiçbir şey bilmediğim Dondurmam Gaymak filmini izledim. Oyunculuğunu yerelin gücünden alması, başka bir deyişle amatör ruhun saflığını yansıtması, Ege ağzına duyduğum büyük sempati ister istemez beni bu filme yönlendirdi. Tabi bir de Hollywood sineması karşısında yerel ve alternatif sinemalara olan destek ve merakım. Fazla bir beklentiyle gitmediğim için midir yoksa diyalogların çekiciliğinden midir bilmem ben bu filmde çok güldüm, çok eğlendim. Ama sanırım hepsi bu! Sermayenin ve fabrikalaşmanın karşısında geleneksel yöntemlerle yaptığı dondurmasını satarak var olma savaşı veren biraz paranoyak biraz Don Kişot, biraz küçük hesapçı ama her daim nahif bir Ege köylüsünün olaylı bir gününün anlatıldığı; anti-kapitalist öğelerle dini motiflerin iç içe bulunduğu, didaktik sonlanışıyla beni kopartan bir film Dondurmam Gaymak. "Çalışan kazanır", "kötülükler mutlaka cezasını bulur", "kendim ettim, kendim buldum"... gibi düşünce kalıplarının içinde bağırdığı bir film. Filmin sonunda imam efendinin çocuklara yaptığı konuşma sanki çocukluğumuzun He-man'inin sonunda çıkan ve "Bu bölümden çıkarttığımız ders..." diye bilgiç bilgiç konuşan Orkho' nun ağzından çıkar gibiydi. "Bilim ve Ütopya" okuyan ÖDP' li gazeteci ağabeyimizin söylediklerini ise kasabada ipleyen yoktu. Hoş imam efendi ne kadar Orkho'ca konuşsa da onu da ipleyen pek yoktu, herkes işine geldiği gibi davranıyor, işine geleni dinliyordu, hatta bazen dinleme gereği bile duymuyordu...Yaramaz çocuk çetesi ise sanki "Sineklerin Tanrısı"ndan fırlamıştı. İşler biraz sarpa sardı mı gruplaşacak sonra da birbirine düşecek gibiydi; neyse ki film o kadar uzamadı. Sonuç olarak diyebilirim ki, eğer Ege ağzından anlıyor ve Muğla yöresinden hoşlanıyorsanız, oyunculuk bakımından son derece samimi ve başarılı bulduğum bu filme gidin derim. Ama fazla bir şey beklemeden...

Papa Prada Giyer

Papa PRADA GİYER!
Not: Bu çalışma tümüyle yazara aittir.Kullanılması durumunda izin alınması icap eder, vermeyecek değiliz herhalde...

Perşembe, Aralık 07, 2006

Caarttt AySHELL teyze

Anti-emperyalist, muhalif sol dergi RED 3. sayısında Ayşe Günaysu ve petrol devi Shell' in arasındaki dokunaklı ilişkiye dokundurarak kelimenin tam manasıyla Günaysu' nun ipliğini pazara çıkartmış. Özgür Gündem ve Köxüz' ün yazarı, İnsan Hakları Derneği aktivisti anti anti-emperyalist (olumsuzun olumsuzlanması gibi) Ayşe teyze meğer bizim petrolcü Shell' in halkla ilişkiler müdüresiymiş. Meğer böylesine anti anti-emperyalist oluşu bulunduğu pozisyona hıyanet etmemek, yaptığı işi layıkı ile yerine getirmek içinmiş. Red' in güzide yazarlarından Mor ve Ötesi'nin davulcusu Kerem KABADAYI Ayşe Günaysu- Shell ilişkisini okkalı bir şekilde ortaya koyarken Shell' in "sosyal sorumluluk" projeleri kapsamında Diyarbakır sularını zehirleyşini gündeme getiriyor. Malum Shell sosyal sorumlulukları olan bir kurum ve Ayşe teyze İngilizcesi "PR", Türkçesi "halkla ilişkiler müdürlüğü" olan pozisyonu doldururken sosyal sorumluluk projelerinin de tepesindeki kişi oluyor. E bu projelerin hakkını da vermek gerek. Yazıyı merak edenler Red' in 3. sayısını alıp okuyabilirler...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails