Pazartesi, Eylül 18, 2006

Türkiye Kardeşliği

Lübnan ve Irak'taki işgallere karşı gösterdiğimiz çaba sırasında bir arkadaşım içinde bulunduğumuz, tam içinde olmakla bağlantılı olduğunu düşündüğüm, ve bu nedenle sanki bir anlamda kollektif körlük yaşadığımız bir gerçeği yüzüme vurdu. Türkiye' nin sınırları içinde uzun zamandan beri bir savaş yaşanırken bizim bu gerçek üzerine bir çaba harcamak yerine Lübnan için böylesine büyük bir hassasiyet göstermiş olduğumuzu anlayamadığını ifade ettiğinde söyleyecek bir şey bulamadım. Biz bu konuşmayı yaparken bile ülkem sınırları içinde birileri bu anlamsız savaş yüzünden hayatını kaybediyordu ve ben kendini aydın sanan pek çok kişi gibi bazı gerçekleri yadsıdığımı düşünüyordum. Ben ülkemde yaşananlara "dur" deme cesaretini bulamadığım için bir anlamda günah çıkartıyor, vicdanımı rahatlatmayı tercih ediyordum. Oysa ki vatanımda hemen her gün analar yemeyip yedirip,binbir emekle büyütüp gözlerine bakmaya kıyamadan askere gönderdikleri kuzucuklarının tabutu başında ağlıyordu.
Diyarbakır'daki olayı duyduğumda arkadaşımla yaptığımız bu konuşma geldi aklıma. Rahatlatmaya çalıştığım vicdanım tokat gibi çarptı bu sefer yüzüme. Diyarbakırda hayatını yitiren çocukların Lübnan çocuklarından ne farkı vardı...Onlar bizim çocuklarımızdı ve onların ölümünden benim gibi kendini aydın,okumuş sananlar da dolaylı olarak sorumluydu. Çünkü biz kollektif bir korkaklıkla olanları bugüne kadar yadsımış, komşusu aç yatarken üç mahalle ötedekine yardım eden zenginin vurdum duymazlığı ile haraket etmiştik. Oysaki biz Türkiye'ydik ve Türkiye'yi ülke yapanın kültürel kimliksel zenginlikleri olduğunun bilincindeydik. Yaklaşık bin yıldır Kürtler ve Türkler bir arada yaşayabilmişler, birbirlerinin dünürü, öğretmeni, kirvesi, sadıcı olmuşlar, omuz omuza savaşmış, pek çok güçlüğü birlikte aşabilmişlerdir. Şu an yaşanan ve zaman zaman linç girişimlerine kadar varan toplumsal gerginlik ve paranoyalar devam ettiği sürece gruplar arası mesafe açılacak, bu topraklar kültürel zenginliklerini kaybedicek, giderek kuraklaşacak işte o zaman Anadolu bir çöle dönecektir. Bunun olmaması için hemen şimdi, barışçıl bir çabanın başlatılacağına, bu ülke insanlarının önyargılarının kurbanı olmadan eskiden olduğu gibi bir arada yaşayabileceğine inanıyorum.En azınadan yaşananlardan ders alınarak hatalardan bir şekilde dönülebileceğini ümit ediyorum.

Çarşamba, Eylül 13, 2006

içimden geldi,yazdım öylesine...

12 yaşındaydım. Anadolu Lisesini kazanmanın sosyal kimlik oluşumu üzerinde belirleyici etkisinin yoğun yaşandığı, adeta statü sembolü olduğu yıllardı. Özellikle birincil ilişkilerin egemen olduğu küçük bir şehirde ailesinin taktirini kazanmak isteyen bir çocuğun en önemli görevi öncelikle bu müstesna kuruma girmek, sonrasında da iyi bir üniversiteye giderek meslek sahibi olmalktı. Ben orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak bu şerefe nail olamamıştım ancak ailem her türlü imkanlarını zorlayıp beni ilk yıl özel bir okulda okuttuktan sonra anadolu lisesine göndermeyi göze almış görünüyordu. Hayatının her döneminde alın teri ve emeğe önem vermiş biri olarak kazanmadığım bir okulda okumayı reddederek devletimizin güzide ortaokullarından birine gitmeyi tercih etmiştim.
Cosby Show'dan fırlamış haliyle Bilge'yle de orada o ortaokulda tanışmıştım. 12'li yaşlarda başlayan arkadaşlığımız lise yıllarında aynı okula devam etmemizle pekişmiş ve ailemden sonraki en yakınım olmuştu. Hatta altı yıl boyunca öyle bir ikiliye dönüşmüştük ki noktalı virgül olarak anılır olmuştuk ta ki üniversite bizi ayırana kadar. Üniversitede yollarımız ayrılmış o Ankara'ya gitmiş ben de İzmir'e yollanmıştım. Sonrasında bu ilişkide büyük bir boşluk olmuştu. Bıçak gibi kesilen iletişimimizle sanki benim de en derinde bir yerim parçalanmış, yerine yüzölçümü geniş bir boşluk kalmıştı. Ne kadar istesem de ulaşamamıştım ona. Kim bilir belkide yeterince istememiştim.
Şimdi, birbirimizden 7 yıl ayrı kalmış, tam da yaraları sarmaya başlamışken yeniden birbirimizin karşısına çıkmaya hazırlanıyoruz. Belli ki kopamamışız birbirimizden ayrı kalsak, sesimizi dahi duymasak bile. Bilge'yle yeniden birbirimizi keşfedeceğiz; belki biraz sancılı ama bir o kadar da coşkulu. Kendimize yeniden bir tarih yazacağız ikinci miladından başlayarak arkadaşlığımızın...Tıpkı Melike Demirağ' ın söylediği gibi "dolduramaz boşluğunu ne ana ne gardaş, bir gün gelip ayrılsak bile seninle arkadaş"

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails