Çarşamba, Ocak 31, 2007

Bir fotğrafın çağrıştırdıkları...

Okumayı bilene bir fotoğraf aslında çok şey anlatır. Yalnız görüneni değil onun arkasına gizlenenleri de fısıldar.
Bu fotoğraf halkımın ne kadar yaratıcı olduğunu ap açık gösteriyor, hatta fazla açık saçık. Yaratıcılığının iki bacağın arası, belin aşağısı gibi bölgelerde sıkışıp kaldığını, geniş dünya görüşü ve nesneler üzerindeki manüpülasyon becerisinin "t" harfini ortadan kaldırmak ve karşısına geçip eğlenmekten öteye gidemediğini de.
Bu fotoğrafa bakıp da beyaz bere satışlarını patlatanları; Samastları, Hayalleri bizim çocuklar diye bağrına basanları; maçlarda birbirine etnik ayrımcılık kokan sloganlarla saldıranları; bir bardak suda fırtına koparan linç budalalarını; gördüğü her dişi mahlukatta orasını burasını karıştıran, kendi karısını bacısını pencereye çıkartmayan ahlak zabıtalarını; internette alem yapan çocuk pornocularını; taşla, sopayla sokak hayvanlarına saldıran "Tosunları" görmemek elde değil. Yazık ki bunlar da bizim insanımız, halkımız. Aynı havayı soluduğumuz, aynı toprakları paylaştığımız vatanpaydaşımız.
Benim o yüce halkım böyle sığ eğlencelerden medet ummadığı, biraz okuyup biraz kafasını kullandığı, bilimi referans alıp değerlerini yaşattığı zaman bu fotoğraflar da anlamını yitirecek diye umuyorum. O zaman gülistanlık bir memleket olacak burası da işte o ne zaman olacak onu pek kestiremiyorum...

Cuma, Ocak 26, 2007

Burhan Altıntoplar Diyarı...

Burhan Altıntop.Hani şu Avrupa Yakası'nda seyrederken gülmekten karnımıza ağrılar girdiren adam, bir komedi dizisi için bulunmaz karakter. Adlerci bir bakışla yaklaşırsak aşağılık kompleksini grandiyöz hezeyanlarla bastırmaya çalışan biri. Taşralı olma ezikliğini üzerinden atamamış, küçük dünyaların, küçük hesapları peşinde koşan küçük insanı. Freud'a göre ideal beni ile gerçek beni arasında kaybolmuş, oral dönemle anal dönem arası bir yerde fikse olmuş nevrotik bir kişilik.
Burhan Altıntop, gülüp geçtiğimiz bir dizi karekteri. Oysa ne kadar da çok Burhan Abiler var çevremizde öyle değil mi? Grandiyöz hezeyanlarla dolaşan, kendini bilmez ne çok insan var çevremizde. Onlar gerçek, onlar bir şekilde bizim hayatımızda ve ne yazıkki çoğu zaman gülüp geçemeyeceğimiz kadar yakınımızda...
Bu şarkı tüm Burhan Altıntoplara gitsin: Sevemez kimse seni kendi sevdiğin kadar...
Not: Zor bir hafta oldu, herkese iyi haftasonları...Yağmur geliyormuş aman şemsiyeleri dikkatli kullanalım zira onlar parça tesirli bir silah olabiliyor.

Salı, Ocak 23, 2007

Gözün Arkada Kalmasın

Bugünkü Radikal' in internet sayfasının alt manşetinde Hrant Dink' in bir sözü alıntılanmış. Dink "Evet, gözümüz var toprağında bu vatanın. Gözümüz var ama koparıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için..." sözüyle çok şeyi özetliyor, pek çok şeyi anlatıyor aslında. O bugün vatan toprağının en dibine gömülüyor, sessiz ama öfkeli bir kalabalık eşliğinde.
Bu cinayette bir örgüt bağlantısının olmadığı söyleniyor. Cerrah önce diyor ki "Cinayetin siyasi boyutu ve örgüt ilişkisi yok. Zanlı, milliyetçi duygularla cinayeti işlemiş." yani Cerrah' a göre tamamen saf temiz milliyeçi duygularla işlenmiş bireysel bir eylem, bir protesto. Sanırım kendisine göre milliyetçi duygularla işlenmiş olması hafifletici bir unsur zira Dink' te fazla olmaya başlamıştı artık. Sonra da düzeltme yapılıyor, örgüt bağlantılı olup olmadığının halen araştırıldığı ile ilgili. Ayrıca zanlının okuduğu haberlenrden etkilenmiş olduğu da ekleniyor. Yani hem milliyetçi duygulara sahip genç, fevri bir delikanlı hem de haberlerin etkisi ile manyetize olmuş zavallı biri bizim tetikçi. Anlaşılan birilerinin kafası fena karışmış, bizimkini de karıştırmaya çalışıyorlar. Bu kafa karışıklığı içinde ben de yeni bir teori koyuyorum ortaya. Daha da ileri gidip diyorum ki aslında bu cinayeti bizaat Hrant Dink' in kendisi kurgulamıştır. Zaten önceki beyanatlarında vatan toprağının en dibine gömülmek için gözü olduğunu söyleyerek amacını alenen ifade etmiş. John Lennon misali bir tetikçi ile anlaşmış, sonra onu gazetenin önüne kadar çağırmış, olaya cinayet süsü vermek için de eşyalarının bir kısmını odasında bırakarak apar topar çıkmış. Dink' in bu kurgusu Türkiye üzerinde oynan Ermeni oyunun son perdesini oluşturuyormuş. Bu amaç doğrultusunda bir intihar timi gibi kendisini feda etmekten çekinmemiş...Buyun bakalım. Zira yakın bir tarihte ABD meclisinde Soykırım yasası görüşüleceği içim ortalığın biraz bulanması da lazımmış.
Nasıl ama? Gayet başarılı bir komplo teorisi değil mi? Teori üretenler fazla yorulmasınlar, buradakini de alıp kullansınlar, hediyem olsun onlara.
Lakin, Sn.Cerrah bir konuda haklı. Şimdi yandım yandım yakınan, Dink'e methiyeler düzen çok kıymetli ulusal basınımızın,Dink' i vatan haini olarak lanse eden yazarlarımızın hiç mi günahı yok bu işte? Onlar hazırlamamışlar mıydı bu cilalı zemini? Şimdi ne değişti peki de Dink birden bire baş tacınız oluverdi?
Söylenecek söz çok ya da belki de hiç yok. Çünkü nasıl olsa unutulup gidecek yine pek çok şey. Herkes kendi dünyasına dönecek, hayat akacak, ülkem tozlu topraklı, kıraç AB yollarında yalnız bir kowboy olarak ilerlemeye devam edecek. Kim bilir belki yaşadıklarından bir ders alıp kendi renklerini, değerlerini korumayı da öğrenecek, halkların kardeşliği için çabalayanların sayısı artacak. Sözler unutulacak belki ama bu yazılanlar onca yaşanan unutulmasın diye ebedi mücadelesini sürdürecek.
Dink bugün gözü olduğu o bir avuç toprağa karışıp gidecek.Toprak olacak, bahar gelip yağmurlar başlayınca o topraktan yeni çiçekler çıkacak ve arılar o çiçekten beslenip yeni ürünler ortaya koyacak, bir anlamda kendilerini çoğaltacak. Hrant gibileri, yani aydın, yani idealist yani eleştirel yani bir o kadar vatansever.
Not: Link' te Neşe Düzel' in Radikal'de Hrant Dink ile yaptığı bir söyleşi var, onu biraz daha tanımak isteyenler için tavsiye olunur.

Cumartesi, Ocak 20, 2007

Daha Kaç Hrant Gerek?

Son yazımı 5 Ocak' ta yazmışım. Yani tam 15 gün önce. Muradiye' nin öldürülmesi üzerine geçen 15 günün ardından yazacağım bu ilk yazının yine bir cinayet üzerine olması ne acı, ne kadar üzücü. 2006 çıkarken ne olursa olsun "umut" dolu olduğumu "...insanlar kardeş oldukları fikrini içselleştirecek ve farklılıklarıyla birbirini kabul edebilecek..." sözleri ile ifade etmiş ve insanlık için "akıl, fikir ve yürek" dilemiştim. Ne acıdır ki o yazının ardından gelenler hep ölüm ve öldürülenler üzerine olmuş, bu yazıda olacağı gibi. Türkiye Cumhuriyeti'nde gazetecilerin düşünceleri ve ideolojileri nedeni ile öldürülmesi Osmanlı'nın İttihat ve Terakki döneminden kalma bir gelenek gibi. İlk kez 1909' da Hasan Fehmi ile başlayan bu seri katletme işlemlerine 19 Ocak 2007' de bir yenisi daha eklendi ve Ermeni asıllı Türk Vatandaşı Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Hrant Dink diğerleri gibi (asıl) faili meçhul olmamasını umduğumuz bir cinayete İstanbul' un en işlek caddelerinden birinde, kendi işyerinin önünde güpegündüz kurban gitti. Hangi cesaretle, hangi irade ve güçle? Düşünmesi bile dehşet verici. Dünden beri bir sürü teoriler dolaşıyor ağızlarda, bunların bir kısmı elbette ki gerçek dışı, tümüyle komplo. Şu an için bunların dillendirilmesi ise toplumsal kutuplaşmaları arttırması bakımından tehlikeli kanımca. Ancak ortada bir gerçek var. O da Dink'in "günah keçisi" konumuna yerleştirilmesi, farklı gruplar tarafından defalarca hedef gösterilmesi ve bu ilkel, dürtüsel silahın filmin bir yerinde patlaması. Dink " Benim için en büyük suç ırkçılıktır." derken durduğu yeri çok net ifade ediyor. Defalarca yüz yüze gelse de toplumsal önyargıların kurbanı olmak istemiyor, vatan topraklarında yaşayan halkların kardeşliği için mücadele veriyor. O Hitit, Urartu, Fenike, Likya, İyon, Helen, Pers Uygarlıklarına; Roma İmparatorluğu'na, Selçuklu Devletleri'ne, Beyliklere, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti'ne mesken olmuş bu toprakların, kutsal Anadolu'nun tek başına hiç bir ırk ya da millete ait olmadığını biliyor ve vatanını vatandaş olma bilinci içinde seviyordu. Vatan haini ilan edilip 301. maddeden yargılandığı süreçte de sürekli bunu dile getirmeye, katıldığı her programda da bunu vurgulamaya çalışıyordu. Ayrımcılık yapılmayan ülkemizde (?) kurumsal ayrımcılığın tokadını yediği zamanlarda dahi yılmamıştı vatanını sevmekten. Üzülmüş, canı acımış ama küsmemişti var olduğu topraklara. Ermeni'si, Türk' ü, Kürt' ü, Laz'ı, Çerkez'i, Arap'ı, Tatar'ı, Çingene'si ile bu topraklarda kardeşçe yaşayabilmenin ümidini hiç kaybetmemişti. Ürkek bir güvercin olarak hissettiği anlarda bile terk etmeyi düşünmemişti vatanını. Fransız Parlamenterler Meclisinin Ermeni Soykırımını İnkar yasasını kabul etmesini bir düşünce özgürlükçüsü olarak en çok o eleştirmişti (Bunu "Bir Tasar(ı)msızlığın Ardından" başlıklı yazımda da belirtmiştim). Ne Diaspora' ya ne de Türk milliyetçilerine yaranmaya çalıştı. Doğruları ne ise onu savundu. İşte bu nedenle iki tarafın da sevilmeyeni, namlunun ucundaki adamı oldu. Tıpkı Sabahattin Ali, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Taner Kışlalı... gibi. Tıpkı düşüncelerini ifade etme cesareti gösteren ve bu nedenle ölümle taçlandırılan faili meçhul diğer aydınlar gibi... "Bir gece ansızın gelebiliriz" demişlerdi Dink'i hedef gösterenler. Onlar gecenin şerrinden çekinerek güpegündüz geldiler ve korkakça arkadan vurdular. Onlar kurban belledikleri adamın yüzünü görmeye bile cesaret edemediler. Daha kaç aydın, kaç gazeteci, kaç yazar, kaç akademisyen ölecek özgürce düşünebilmek uğruna... Kaç kişinin daha ölmesi gerekecek bu vatanı yaşanır kılabilmek için? Bir orman gibi kardeşçesine yaşamayı öğrenebilmek için daha kaç kişinin yanması gerekecek? Hepimiz bu vatanın çocuklarıyız, hepimiz kardeşiz demek bu kadar zor, bu kadar sancılı mı olacak? Ne zaman çıkacağız aydınlığa? Soruyorum size ne zaman? Hrant Dink' in toprağı bol, ruhu şad olsun. Düşünce ve ifade özgürlüğüne atılan bu hain kurşunlar dilerim ki son bulsun.

Cuma, Ocak 05, 2007

The War is Over?

2007' nin ilk hafta sonuna girerken taşıdığım umutların aktarıldığı bir parçaya yer vermek istedim. Sarah Brightman ve Kazem Al-Saher'den "The War is Over".Olağan üstü bir şarkı ve etkileyici bir klip.Şarkının orjinal klibi değil ama bence orjinalinden de iyi. Savaş bitti, eve geri dönüyorum dese de biz biliyoruz ki "the war is not over yet." iyi hafta sonları...

Bir hiç uğruna gidenin ardından...

Soğuktu ve yağmur çiseliyordu Muradiye' nin haberini aldığımda. Boğum boğum oldu düşüncelerim o an. Dedim ki kendi kendime Habil' le Kabil' den bu yana ne değişti bunca ilerlemeye, bunca bilgiye rağmen...Öldür müyor mu yine insan insanı bir hiç uğruna.Kıymıyor mu birbirine tamah edip üç kuruşluk paraya...
Muradiye' nin ilk ve son yer alışıydı ulusal basında ve şöyle yazıyordu gazetelerin üçüncü sayfasında: 26 yaşındaki üniversite öğrencisi Muradiye B. alt kattaki kiracılarının 16 yaşındaki oğlu tarafından 39 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Zanlının üzerinden M.'nin cep telefonu çıkınca olayı itiraf etti. "Cep telefonunu almak için öldürdüm."
Bu kadar basit olmuş olmasına inanmak istemiyor insanın içinden. Ölüm bir gerçeklik, istesek de istemesek de eninde sonunda içine düşeceğimiz bir çukur. Ama ölümün de bir anlamı olmasını istiyor insan. Ölümünün sebebini bile kurguluyor zaman zaman. O kurguların içinde yer almıyor bir cep telefonu uğruna hayatını yitirmek hem de onca plan onca beklenti varken geleceğe dair.
Bir insan bir cep telefonu etmiyor.
Sahi bir cep telefonu kadar etmez mi insan hayatı denen şey? Değişilir mi bir telefonla bir hayat?

Perşembe, Ocak 04, 2007

Masum Değil Ne Saddam ne de Bush

http://www.flickr.com/photos/omerfk/308925927/ ' dan alınmıştır.
2007' ye Saddam' ın idam ediliş görüntüleri ile girdik. Hangi kanalı çevirsek, hep aynı görüntü vardı haber programlarında.Yüzü maskeli cellatlar elleri bağlı Saddam' ın boynuna bir bez bağlıyor, haladı geçiriyordu, sonrası malum....Sanki bir kez görmek yetmezmiş gibi belleklerimize kazırcasına izlettiler bu görüntüleri tekrar tekrar. 2007' ye giriyorduk ve ortaçağ filimlerini andıran bu manzara karşısında bir kez daha insanlığın evrimsel olarak çok da ilerlemediğini görüyorduk. Saddam sallanıyor, sözler havada asılı kalıyor ve perde kapanıyordu. Perde Saddam için kapanıyordu ama Irak üzerinde oynan oyunlar için hala açıktı. Saddam' ın gidişi ne Iraklılar ne de işgalciler için bir sondu. Sünni Iraklılar başlarında liderleri olsa da olmasa da işgalcilere karşı direnmeye karalıydı yani onlar için bu kanlı gösteri devam ediyordu . İşgalcilerin başı olan ABD ise onca can kaybına, onca insan yitimine karşın Irak' ı tümüyle bölme, altını üstünü sömürme, İran'a, Suriye' ye ve kendine kafa tutmaya çalışan diğer ülkelere göz dağı verme, hareket kabiliyetlerini sınırlama konusunda kararlıydı. Yani Yankiler için de "Show must go on" du.
Saddam 30 Aralık sabahı 5 sularında, işgal edilmiş bir ülkenin adil (?) mahkemesi tarafından alınan bir kararla, apar topar, karga tulumba bir bayram günü idam edildi. Masum muydu? Elbette değildi. 1982' de Duceyl' de Şiiilere 1988' de Halepçe' de Kürtlere yönelik yaptığı katliamlar, binlerce insanın ölümüne neden olan politikalar, Amerikanın silah desteği ile 8 yıl boyunca İran' la süren savaşı, halkı arasında yaptığı ayrımcılık ve dikta rejiminin lideri olması onun masum olmadığını ortaya koymaya yeter de artar. Yani bir anlamda su testisi su yolunda kırılmış oldu. Ancak Saddam' ın bu suçlarından ötürü idam edilmediği de son derece açık. Neydi o zaman onu dar ağacına götüren gerçekler? Basit,
Saddam A.B.D.' ye kafa tuttuğu, çıkarları çatıştığı için;
Irak halkının bir bölümü oluşturan Şii ve Kürtler' e bayram hediyesi olarak sunulmak için;
Irak' ta iç huzursuzluk çıkartan, işgalcilere karşı direnen Sünnileri demoralize etmek için;
Suriye'ye, İran'a, Mısır'a, Libya'ya, Filistin'e, Afganistan'a, Pakistan'a ve hatta yaka süsü Türkiye'ye gözdağı vermek için;
Bush'un yerleyeksan olan onurunu kurtarmak, kendi halkının gözünde yükseltmek için;
Günah keçisi olduğu için idam edildi. Bir anlamda eşimin dediği gibi Amerika (b)okla yaptığını sidikle yıkmış oldu.
Ancak ne var ki o idam sehbasına çıkarken de bayrağını teslim etmeyen bir kumandan, gemisini terk etmeyen bir kaptan gibiydi. Bush'sa içine girdiği kazanın günden güne ısınıp kaynama noktasına yaklaştığını anlayamayan bir kurbağa gibi tatlı tatlı dolaşıyor ortalarda. Ne demiştik Saddam için:Su testisi su yolunda kırılır. Bush'un su yolunda kırılışını görmemiz de yakındır....

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails