Perşembe, Ağustos 09, 2012

YAzamadım YERİM DAR!

Yazamıyorum, yazmak istiyorum ama bir türlü yazamıyorum buraya. Olmuyor işte, kısır bir döngü içinde dönüp duruyorum. Hani kobay fareleri vardır ya, kafeslerinin içindeki tekerlekte dönüp dururlar sabah akşam, ben de öyle yaşıyorum hayatı son yıllarda. Ne demiş şairimiz "hevesim olsa param olmuyor, param olsa hevesim". Benimkinde para, zamanla yer değiştiriyor sadece. E ne de olsa vakit nakittir, ikisi de aynı kapıya çıkıyor.  
Yazamayışımın tek sebebi zaman-heves ilişkisi değil elbet. Yazacak birikimleri elde edebileceğim kaynaklarımın daralması, fiziksel gücümün azalması, zihinsel kapasitemin düşmesi, kaynak havuzumun boşalması da önemli etkenlerden bazıları. Bunlarla ilgili size bir kaç örnek vereyim. Mesela yazacak birikimleri elde edebileceğim kaynaklarımın daralması derken şunu kast ediyorum: Eskiden haber izler, gazete okur, gündemi takip eder olan bitenden haberdar olur ve bunları bir şekilde yazılarımda kullanırdım. Hiç bir şey olmasa evden işe toplu taşıma araçlarını kullanır, sonrasında yürür oralarda yaşadığım, edindiğim gözlemlerimi aktarırdım. Şimdi öyle mi ya. Ne haber izleyebiliyorum ne doğru düzgün gazete takip edebiliyorum. Eve de arabayla gidip gelince haber kaynaklarım daralıyor.
 Çocuklar T.V.'yi ipoteklemişler. Bizim evde Minika Çocuktan başka kanal seyredilmez durumda. Hal böyle olunca biz de itfaiyeci sam, bizim mahalle, little pony, damlanın dolabı, aslan danin masal treni v.b. çizgi filmlerin her çeşidini ezbere bilir; onlarla uyanıp, onlarla yatar duruma geldik. Başka bir deyişle tatlı su samurları gibi dünyadan bi haber, el göbekte çocuklarla birlikta başka bir alemde yaşar hale. Valla değil Suriye'de Türkiye'de savaş çıksa, bizim eve bomba düşene kadar fark etmeyeceğiz durumu. O derece kopuk yaşıyoruz anlayacağınız. Arada bir evin önünden itfaiye filan geçince cama, balkona çıkıp nerede yangın olduğunu kestirip yine dönüyoruz damlanın dolabına. E şimdi kalkıp little ponyde bu bölümde rainbow dash'e Twillight ve Spike güzel bir parti hazırladı desem kim ilgilenecek. Ya da damla bu gün itfaiyeci oldu desem benim ikizcanlar ve akranlarından başka büyük bir heyecanla "hadi ya!'" diyen çıkacak mı? Elbette hayır.  
Diğer bir sebebim fiziksel yorgunluklarım ve tabi ki zihinsel zayıflığım. Hadi ona da yorgunluk diyelim kendimizi fazla aşşağılamayalım. Evden çıkış saatim takriben 8.30- 90.00; eve varışım 17.00; o saate kadar işteyim ve nete girmek için fazla zamanım yok. Eve girdikten sonra ise bırak nete girmeyi popomu (kibartarak ifade ediyorum) yere koymaya vaktim yok. E üç çocuk. Üçünün de derdi ayrı çocuk. Eve girip oturmam ya da başka bir ifadeyle yatağa serilmem arasında geçen beş saatlik sürede yemek yap, üç çocuğu e bir de kendini doyur, onların gönüllerini eyle, ortalığı toparla, onları yatmaya hazırla, uyut, onlarla bir uykuya dal. Böyle bir döngü ne fiziksel ne de zihinsel enerji bırakıyor. Hele ki 4 yaşına merdiven dayamış iki afacanın bitmez tükenmez sorularına cevap vermeye çalışmak-yanlış cevap verirsen ya da fi tarihinde verdiğin bir cevaptan farklısını söylersen işi toparlayıp ne şiş yansın ne kebaba dönüştürmek işin kesinlikle en zor tarafı tabi ki. İşte tam bu saydığım sebep ve seyrettmek zorunda bırakıldığım (anne gelsene itfaiyeci sam seyredelim) çizgi filmler benim akıl sağlığımı ciddi oranda hasarlamış, bende zihinsel bir travmaya neden olmuştur. Tedavim için 3 doz Sartre, 5 ölçek Hz.Mevlana, 2 gr Calvino, 2 litre Baudrillard ve yanında da Elif Şafak, Ferzan Özpetek, Tarantino, Mad Man, How I met your mother filan olsa biraz kendime gelebilirim, en azından kaybedilmişleri bir nebze olsun yerine koyabilirim diye düşünüyorum ama şimdilik bu benim için bir hayal.
Yazmaya yazmaya bakıyorum da içimde bir dev beslemişim. Yazdıkça yazasım gelmiş, bir seferde ne çok şey dökülmüşüm. İşte bu ahvallerdir beni benden, beni yazmaktan alıkoyanlar. Bilmiyorum derdimi anlatabildim mi dostlarıma. Neyse şeytanın ayağını kırdık diyelim ve ya Allah diye başlayalım yazmaya...

Cuma, Mart 02, 2012

Şimdi Değilse Ne Zaman, Sen Değilsen Kim?


Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş olan 4+4+4 şeklinde kademeli olarak 12 yıla çıkaran İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, toplumun genelini ilgilendirdiği gibi mesleki dernek olarak bizi de ilgilendirmektedir. Kanun Teklifi ile zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılıyor gibi görünse de bu durum sözde olmaktan öteye bir anlam taşımamakta ve uygulamada zorunlu eğitimin kendi içinde bölümlere ayrılarak kademelendirilmesi ile özellikle kız çocukları açısından örgün eğitimin fiilen 4 yıla inmesi anlamına gelmektedir.

İlk 4 yıldan sonra oluşturulan açık ilköğretim ya da ortaöğretim okullarının orta kısımlarının bir seçenek olarak sunulması ile beşinci sınıftan itibaren örgün eğitime devam etme zorunluluğu kalkmaktadır. Böyle bir durum aynı zamanda eğitimin en temel özelliklerinden olan akranların bir arada etkileşimde bulunarak eğitimlerini gerçekleştirme olanağını da ortadan kaldırmaktadır. Bunun sonucunda da akranlarıyla sosyalleşmeleri kesintiye uğrayacak ve akran desteğinden yoksun kalabileceklerdir.
Zorunlu eğitimin ilk 4 yıldan sonra seçenekli olması durumunda çocuklarının eğitimlerini öncelikli hedef olarak düşünmeyen aileler eliyle çocuklar örgün eğitimden uzak kalabilecekler, erkek çocuklar için çocuk işçiliğinin, kız çocukları için de erken evliliklerin söz konusu olması nedeniyle önlemeye çalıştığımız çocuk gelinlerin sayısının da artmasına neden olabilecektir. Bu durum ise Medeni Kanunun ilgili hükümlerine ve Türkiye'nin de taraf olduğu İLO sözleşmesi ve Türk çalışma hayatını düzenleyen kanunlara aykırılık teşkil edecektir.

Kanun Teklifinde ilköğretim birinci kademesinin son ders yılında devam edilebilecek okul ve programların hangi mesleklerin yolunu açabileceği ve bu mesleklerin kendilerine sağlayacağı yaşam standardı konusunda tanıtıcı bilgiler vermek üzere rehberlik servislerince gerekli çalışmalar yapılacağı belirtilmektedir. Mesleki gelişim açısından hayal döneminde olan çocuklardan bu yaş döneminde bir üst öğrenime ilişkin karar vermelerini istemek, yanlış seçimler ve yönlendirmeler sonucunda çocuklarımızın gelecekleri yok sayılarak onların potansiyellerinden yararlanamamak anlamına gelmektedir. Diğer bir yön ise okul türlerinin farklılaşması nedeniyle azaltmaya çalıştığımız veya ortadan kaldırmaya çalıştığımız sınavların daha da erken yaşlara inmesi ve çocuklarımızın da aynı şekilde daha erken yaşta dershanelere gitmek durumunda kalmaları anlamına gelecektir.
Çocukların gelişimi açısından son derece önemli olan okulöncesi eğitimin zorunlu eğitimin kapsamı içine alınmaması büyük bir eksiklik olarak dikkat çekmektedir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki çocuğun psiko-sosyal, bilişsel, psiko-motor, dilsel ve cinsel gelişimlerini sağlamada okul öncesi eğitim kurumlarının önemli katkısı olduğu, okul öncesi eğitim gören çocukların bu eğitimi görmeyenlere kıyasla ilköğretimde daha uyumlu ve girişken, sosyal etkinliklerde daha başarılı olduklarını ortaya koymaktadır. Son derece önemli olan okul öncesi eğitimin zorunlu eğitimin dışında tutulması, üstelik aynı iktidar zamanında okul öncesi eğitim zorunlu hale getirilip bu Kanun Teklifi ile zorunlu eğitimin dışına çıkarılması büyük bir çelişkidir.
Eğitim toplumun genelini ilgilendiren, siyasetcilerin akşamdan sabaha alacakları kararlarla yönlendirilemeyecek kadar önemli bir konudur. Konunun taraflarının ve muhataplarının görüşlerine mutlaka yer verilmelidir. Toplum olarak da bize düşen görev, bu konuda kendisini taraf olarak görenlerin ve de eğitimin ve toplumun geleceğine ilişkin kaygıları olan örgütlerin sesini yükseltmesidir. Evet bu konudaki sorumluluğumuzu “şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim?” diyerek hep birlikte ortaya koymaya davet ediyoruz.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Doç. Dr. Tuncay ERGENE

Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği
Genel Başkanı

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails