Türkiye Cumhuriyet' inin kadına sağlanan medeni haklar ve kadın erkek eşitliği konusunda pek çok "uygar" ülkeden daha önce davranmış olduğunu, Atatürk' ün çağdaşlaşma sürecinde kadına verdiği önemi bilir, modern Türkiye denince hemen bunu örnek gösterir, bir de üstüne ne kadar uygar bir ülke olduğumuza ilişkin ahkam keseriz. Ancak bununla birlikte geleneksel düzen içinde kadınlarımızın kendilerine sağlanan bu hakların ne kadarını kullanabildiğini, ne kadarına sahip çıkabildiğini ya da daha doğrusu çıkamadığını da biliriz. Biliriz de aceba kaçımız kadınlarımızın bu haklarını içselleştirmesi için çaba sarf ederiz. Duygu Asena bu ülkede ezilen, aşağılanan, toplumsal ve mesleki alanda ikinci plana itilen, ayrımcılığa maruz kalan kalan kadının sesi olarak, kadınların haklarını içselleştirmeleri ve gerçek anlamda hak ettikleri yere gelmeleri için çaba sarf etti. O bir aktivistti, o yaşamını kadının herşeyden önce kendi değerini anlaması, geleneksel inanç ve değerlerle örülmüş kozasını delmesi, kadının kendi kimliğini bulması için harcadı. Onun açtığı yoldan pek çok kadın, pek çok genç kız ilerledi. Kadına yönelik şiddet artık gündemde yer bulabiliyorsa, kadınlar iş hayatında erkeklerle birlikte mücadele edip, rüştünü ispatlayabiliyorsa, kendi bedeninden utanmadan kendini sevebiliyorsa Duygu Asena önemli adımlar atmış, Maslow' un hiyerarşisinde piramitin en üstüne çıkmış demektir. Duygu Asena kendini gerçekleştirdi, ancak onun amacı bu ülkedeki kadınların kendini gerçekleştirmesiydi.
"Feminizm" kavramının ülkemizde yerleşmesi, 8 Mart Kadınlar Gününün kutlanması ve kadın sorunlarının tartışılır hale gelmesi onun çalışmaları sonucunda olmuş, kitleler tarafından onun yazıları ile benimsenmiştir.
Bu güne değin kadının sesi olan Duygu Asena bedenen artık aramızda değil, ancak onun kitapları, onun yazıları pek çok kadına yol göstermeye devam edecek. Kadınlarımız kendi seslerini artık kendileri haykıracak.