Salı, Ekim 31, 2006

Tarih' i Yargılamak

Fransa Parlamentosunun onayladığı yasa tasarısı Chirac tarafından da onaylanırsa Fransa' da "Ermeni soykırımı yapılmamıştır" diyen ve bunu tarihi belgelere dayandırarak açıklamaya çalışan bilim insanları yargı önüne çıkacak ve belki de ceza alacak. Türkiye' de gencinden yaşlısına, çok okumuşundan az okumuşuna kadar pek çok kişi temelde sahip olduğu duygu, düşünce ya da ideoloji ne olursa olsun bu karara tepki gösterdi, protesto etti, boykot faaliyetlerine katıldı... Fransa' da alınan karar ve ülkemize yansımaları böyleyken aynanın yansıyan yüzünde durum nasıl? Muazzez İlmiye ÇIĞ, bir bilim insanı. 92 yıllık yaşamını eğitime, bilime ve aydınlamaya adamış, Hitit ve özellikle de Sümer tarihi ile ilgili sayısız çalışmaları bulunan bir yaşayan tarih. İsminin önünde Prof. titri olmadığı halde ömrünü bilime vakfetmiş bir duayen. Hitit ve Sümer tabletlerini çeviren, çevrilen bu tabletlerden MEB ve Türk Tarih Kurumunca basılan 8 kitapta imzası bulunan, 74.000 tabletin arşivlenmesinde büyük emek sarf eden bilim emekçisi Muazzez İlmiye ÇIĞ bilimsel bir bulguyu aktardığı "Çok tanrılı dine inana Sümerlilerde mabetlere tanrının gelini olarak giren rahibe kadınların görevleri arasında genel kadınlık olduğu ve bu kadınların toplumsal hayatta diğer kadınlardan ayrılmaları için başlarını bir bohçayla bağladıkları, zamanla evli ve çocuklu kadınların başlarını bağlayarak (evlensin başı bağlansın sözü de buradan geliyor olabilir) bekar kadınlardan ayrıldığı ve bu geleneğin sonrasında Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi tek tanrılı dinlere geçtiği..." ifadeleri nedeniyle kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlere hakaret ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılamayı içeren TCK' nın 125. ve 216. maddeleri kapsamında 1 Kasım 2006 günü yargı önüne çıkacak. Bunu ben söylemiyorum, tarih söylüyor dese de sevgili ÇIĞ yargı önüne çıkacak ve bu sefer yargılanan sosyal bilim olarak kabul edilen "Tarih" olacak. 1 Kasım 2006' da Akın'lanan bu sefer bir tarih olacak. Bakalım AB' den bes(i)lenen ulusal basınımız bu sefer nasıl bir halet-i ruhiye ortaya koyacak. Bakalım Kerinçsiz, Akın ve takipçileri PAPA ülkemiz sınırlarından içeri teşrif buyurduğunda "kişinin mensup olduğu dine göre kutsal sayılan değerlere hakaret" kapsamında nasıl bir kolektif tepki sergileyecek? Merakla takipçisiyiz efendim.

Perşembe, Ekim 12, 2006

RED de bir sanattır...

Bir kaç gün önce adını duyduğum, ilk sayısını evimin karşısındaki gazete bayisinden edindiğim ve bir çırpıda soluksuz okuduğum bir dergi yayın hayatına Hakan GÜLSEVEN' in deyimiyle "Vira Bismillah" la başladı. Ciddi mi ciddi konuları bir doz mizahi bir miktar edebi ve pek çok da gerçekçi bir yaklaşımla ele alan eleştirel bir dergi RED. Adından da anlaşılacağı üzre sessiz kalınanlara ses çıkartma yürekliliğini taşıyan kalemine güvenenlerin emeğinin ürünü olan bir dergi. Baba Hakkı, Perihan Mağden, Kerem Kabadayı, Serhat Özcan,Hakan Gülseven, Kadir Konuksever,Yavuz Alogan bu derginin kalemşinastları...Keyifle okunur, ciddiyetle üstünde durulur ve şiddetle tavsiye olunur.

Mahkeme Kapılarından Nobel Yollarına

Orhan PAMUK uzun yıllardır dünyaya mal olmuş bir yazar. Eserleri pek çok dile çevrilmiş, kitapları en çok okunanlar (satılan demek söz konusu "kitap" olduğunda çok serbest piyasacı geliyor) arasına girmiş bir yazar, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Dünyanın en önemli edebiyat ödüllerinden birini alması ki Milan KUNDERA, Adonis gibi büyük isimlerin arasından sıyrılarak bu ödülü alması karşısında kendisine ancak saygı duyulur. Ama daha bir yıl öncesinde mahkeme yollarında kendisine yumurta atılırken sesini çıkartmayanların bu durumu Vatan,Millet, Sakarya davasına dönüştürmesi ancak iki yüzlülüğün daniskalılığı ile açıklanabilir.
Benim için Pamuk da Kundera da birdir. Bu ödülü Pamuk değil de Kundera almış olsaydı edebiyat adına, bir okur olarak hissedeceklerim de aynı olacaktı. Bu durumu bir Türk olarak gurur nesnesi yapmayı, altında gizli hesaplar aramak kadar anlamsız buluyorum. Kendisini bir yazar olarak taktir ediyor ve bu başarının ülkemizin yazarları için güdülenme kaynağı olmasını ümit ediyorum, hepsi bu.

Bir Tasarı(m)sızlığın Ardından...

12 Kasım 2006, Fransa Parlamentosu anti demokratik bir yaklaşımla ülkesinde düşünce ve ifade özgürlüğüne büyük bir darbe indirmiştir. Bilim insanlarına dahi bu özgürlüğü tanımayan Fransız parlamenterler, siyasi çıkarları doğrultusunda toplumları töhmet altında bırakmayı kendilerine hak görmüşlerdir.
Ayrıca büyük bir stratejik hata yaparak mağdur olanın yönünü değiştirmiştir. Şu an 32. Gün' de konuşan Hrant Dink' in bir gece önce yazdıklarımı (bkz.bir alttaki yazı) ifade ediyor olması ortak bir görüşü paylaştığımızı göstermektedir. Aslında apaçık olan gerçekler bir kez daha ifade bulmaktadır.
Türkiye' nin 301. maddeyi değiştirmesini isteyenler ayaklarına kendi elleriyle pranga takıyor.Fransa her geçen gün daha da ifadesizleşiyor ve ne yazıktır ki handikap gemisine binenler gözlerini kamaştıran iktidar hırsı nedeniyle Manş Denizinin girdaplarına doğru yol aldıklarını göremiyor.

Çarşamba, Ekim 11, 2006

Öteki Olmak, Ötekini Anlamak

Ötekileştirme hem önyargıların sonucu hem de kaynağıdır. Bu bir döngüdür ve bu döngünün kırılabilmesi ancak "öteki"ni anlamaktan en azından anlayabilmekten geçer. AB'ye girme gayretleri ile birlikte hızlanan ötekileştirme süreci içinde Türk halkının uzun yıllardır maruz kaldığı önyargıların sonucu olarak benlik saygısını korumak ve varlığını sürdürebilmek için iç grubu kayırma (Avrupa duy sesimizi bu sesler Türklerin ayak sesleri), dış gruptan uzaklaşma, giderek daha da yabancılaşma (Bizim AB'ye değil, AB'nin bize ihtiyacı var) ve kendi içindeki bazı dinamikleri dış grup yanlısı olarak tanımlayıp ötekileştirmeye çalışma (Kürt işçileri linç etmeye çalışma) eğilimini çok da hayret verici bulmuyorum. Ancak tüm bu yaşananları ve muhtemellerine gebe olma durumunu bu topraklar üzerinde yaşayan herkes için çok tehlikeli buluyorum. Fransa parlamentosunun sosyalist vekilleri "mağdurun meşru gücünü" doyumsuzca kullanan diasporacıları kayırma gayreti içinde önyargılarla hareket ederken kantarın topuzunu her an kaçırabilir ve mağdurun yer değiştirmesine neden olabilirler. Aslında bu mağduriyet hali sanıldığı gibi tek kutuplu bir durum da değildir. Özellikle gerçeğin ne olduğu muallak olan durumlarda klişelerden medet umarak siyasi çıkar elde etme çabasını sosyalizmin doğasına aykırı bulmakla beraber Adorno ve arkadaşlarının (1950) ırkçı, otoriteryen, kategorik düşüncelerin ürünü olarak tarif ettiği önyargılara dayalı hareket etmeyi de kendisine sosyalist diyenlere yakıştıramıyorum. Türkiye' nin AB' ye girmesini istemeyen pek çok Avrupalı sosyalistin ulus ve din kimliği bağlamında ayrımcılık yaptığı bu nedenle de öncelikle kendi ideolojilerine ihanet ettikleri, etno-milliyetçilik kıskacında kısılıp kaldıkları kanaatindeyim. Tabi sosyal psikolojik bir perspektifle yaklaşmaya çalışırken durumu karmaşık hale getirmiş, neredeyse tüm savaşların ortak nedeni olan "ekonomik çıkar", "pastadan pay kapma" anlayışından uzaklaşmış da olabilirim. Elbette ki hiç bir fenomen içinde sadece siyahı ya da beyazı barındırmaz; konun bu şekilde ele alınması 1915' te Anadolu'da yaşananların değerlendirilmesinde çoğu zaman yapıldığı gibi indirgemecilik olur. Anadolu halkı Türk’ü, Ermeni’si, Kürt’ü, Rum’u, Süryani’si, Yahudi’si, Çerkez’i, Abaza’sı... olarak 1915 ve sonrasında çok acılar çekmiştir. Pek çok kişi habersiz bir şekilde yurdunu, evini, toprağını terk etmek zorunda bırakılmış;bu terki diyar sırasında öncesi ve sonrası ile birlikte çok canlar yitirilmiş;birlikte soğan kırıp sofra kuran insanlar birbirine düşman olmuştur. Sadece bu durum bile büyük bir trajedinin, ciddi bir toplumsal travmanın yaşandığının göstergesidir. Ancak bu durum tek bir etnisitenin değil aynı toprakları paylaşan herkesin trajedisidir. Tüm bu yaşananların tarihsel, sosyo-kültürel,ekonomik ve politik bağlamlarından koparılıp tek bir düzlemde ele alınmaya çalışılması hariçten gazel okumaya benzemektedir. Ben Ermenilerin yurtlarından ayrılmalarının yarattığı acıyı anlayabiliyorum, tıpkı babamın babasının küçük yaşta Midilli'den ayrılırken yaşadıklarını anladığım gibi. Ancak ben üçüncü kuşak olarak sadece dedelerimin, ninelerimin bana aktardıkları kadarını biliyorum, tıpkı diasporada yaşayan Ermenilerin bildikleri gibi. Diasporada yaşayan bir Ermeni bana ithaf ederek yazdığı e-postaya Türkçe "sevgili......." olarak başlayıp, kişisel olarak bir husumet beslemediğini göstermeye çalışıyorsa, ben ona Ermenice cevap vermeye çalışıyorsam iki halkın yeniden bir araya gelmesi için hala bir umut var demektir.Yeter ki önyargılarını, politik ve ekonomik çıkarlarını her şeyin üstünde tutan hariçler uzak dursun. Yeter ki kendilerini önyargıların mağduru olarak konumlandıranlar galeyana gelip kitle psikolojisi içinde kendi bünyesindekileri ötekileştirerek kendisine yabancılaşmasın.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails