Çarşamba, Şubat 14, 2007

Aşk' a...

Zordur bir aşkı taşımak hele ki omuzlarında değerlerin yükü varsa...
Zordur bir aşkı yaşamak hele ki üçüncü kişiler tarafından kuşatılmışsa..
Zordur bir aşkı paylaşmak araya sınırlar giriyorsa...
Ve zordur bir aşkı sürdürmek mantığın hapishanesine kapatılmışsa duygular.

"Mutlu aşk yoktur" der Aragon. Aşkı acıyla özdeşleştirerek. Acı kamçısıdır aşkın, açtığı yaraların ilacı ise sadece aşktır. Acı ve haz döngüsel bir etkileşimle aşkı vareder. Acının hazzı, hazzın bıraktığı acı...Olmadımı aşk da olmaz...

Aşk mutsuzluğu vaadeder, çelişkiyi, karmaşayı...Budur aşkı aşk yapan. Mutluluk vermez öznesine, verdimi o aşk değil başka birşeydir. Çünkü aşkın kaynağı kutsal bahçelerin yasak meyvelerinde gizlidir. Feda etmeyi gerektirir uğruna bir hayatı.Ki o hayat bazen bir cennete bedeldir.
Ve bir dişi ancak aşk acısı yaşadığı zaman "kadın" olur. Bedeli aşkı olsa da...

Bir Tavsiye: Bugün iki film birden kuşağı yapın ve Wong Kar Wai' nin "In the Mood of Love" ve "2046" filmerini izleyin. Aragon' un "Mutlu Aşk Yoktur" şiirinin görsel bir festivale dönüşünü izlemek aşkın acıyla bütünleşen hazzını yaşatacaktır. Bundan eminim.Not: Bu yazı bir dosttan ilham alınarak yazılmıştır.

5 yorum:

aimge dedi ki...

o kadar güzel yazmışsın ki; kendi kelimelerimi kullanmak gelmedi içimden , bana çağrıştıklarından bir şiir buldum : murathan mungan:
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi,ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Herşeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Adsız dedi ki...

Şiir ustası Louis Aragon'un Elsa Triolet'ye olan aşkı dillere destan imiş, üzerine kitaplar bile yazılmış.
Yıllarca o adanmış ilişkiyi sürdürmüş olan Aragon'un, "Mutlu aşk yoktur!" demesinin anlamı ne? Aragon bu çelişkiye şöyle açıklık getiriyor: "Mutlu Aşk Yoktur, 1943'te yazdığım bir şiirin dizesidir. Söz konusu mutsuzluk, işgal yıllarının mutsuzluğu. Fransa'nın içinde bulunduğu o acıklı durumda mutlu bir aşk olabilir miydi?" Demek ki, Aragon'un sözünü ettiği mutlu olamama durumu aşkın kendisinden değil, çevre koşullarından kaynaklanıyormuş! Hep biliriz, yalnızca savaş değil, tutucu çevre ve benzer toplumsal baskılar, bir türlü başbaşa kalamayan âşıkları mutsuz kılabilir. Aragon ustanın dileği: "Kadın-erkek çiftini, erkeğin ve kadının en yüce şekli olarak düşündüğümü söylemiştim. Umarım gelecek günler kadın-erkek çiftine mutluluk taşır."
'Mutlu aşk yoktur'un bu kadar dile düşmesinin ve yanlış anlaşılmasının sebebi kötü livaneli şarkılarının hayatımıza yaptığı fenalıklardan sadece birisidir.

ezop dedi ki...

Sevgili Anonim
Kötü Livaneli şarkılarının hayatımıza yaptığı fenalıkları bilemem, çünkü ben sadece iyi olanlarıyla ilgileniyorum :).Aragon' un Elza Triolet' le olan aşkını bilmiyordum, bunu öğrendiğime mutlu oldum. Teşekkürler...
Elbetteki sanat eserlerini tarihsel bağlamları içinde değerlendirmek, yazıldığı dönemin karakteristiklerini bilmek ne için yazıldıklarını anlamamız için bir anahtar. Ancak bir yapıt toplumla buluştuğunda artık kendisini var edenin(sanatçı da diyebiliriz)olmasını istediği şeyden daha başka bir anlam, daha başka bir değer de kazandığı da bir gerçektir.Bunun örnekleri tıpkı Aragon' un şiirinde ya da "Ciao Bella-İtalyan halk türküsü-komünist partizanlarının marşı" da olduğu gibi pek çok sanat yapıtında mevcuttur. Sanatçı yapıtından sadece anlatmak istediği özün anlaşılmasını isterse yanına bir de açıklama metni koymalıdır.Çünkü toplum onu istediği gibi yoğurma, istediği biçimde algılama becerisine sahiptir.Sanatçı ile toplum arasındaki ilişki o kadar berrak, o kadar açık ve net olsaydı da o zaman ortada bir yapıta ihtiyaç kalmazdı diye de düşünüyorum. Mutlu Aşk Yoktur şöyle son bulur: Hüsranla bitmeyen aşk yoktur.
"Yara açmayan aşk yoktur kalpte.
İz bırakmayan aşk yoktur insanda.
Ve tıpkı senin gibidir vatan aşkı da.
Gözyaşlarına boğulmayan aşk yoktur.
Mutlu aşk yoktur.
İkimizin aşkıdır bu gene de."

aimge dedi ki...

Anonymous ' a :
"Mutlu olamama durumu aşkın kendisinden değil çevre koşullarından kaynaklanıyormuş" cümlesine takıldım. Düşündüm üzerine.... Sonra aklıma şu soru geldi; hangi aşkı çevre koşullarından ayırarak tanımlayabiliriz? Ya da, aşkı yaratan ya da yaşayan insanoğluysa, insanoğlunun kendi yaşadığı çevreden etkilenmeden gerçekleştirebildiği bir şey var mıdır? Eğer bunun adı aşksa; gerçekten aşk dünyanın en mutlu şeyi olurdu......Ama aşk insanın duygularından geldiğine göre, ve insanın özündeki hiçbir duyguyu da çevresinden ayrık ve özgürce tek başına yaşanamayan bir şey olarak düşündüğümde; bu tez kafamda ister istemez çürüyor; ama tüm kalbimle isterdim ki:keşke insanoğlu çevreden ve yaşananlardan ayrık olarak aşkı tanımlayabilseydi. Ama sonra da düşündüm ki:), kendisini çevresinden ayrık tanımlayan varlığın o zaman kendisini "insan" olarak tanımlayabilmesi mümkün olmazdı:)Ha tanımlasa da, o zaman aşkı yaşayan "insan" olmazdı:) Yaşanan acılar, savaşlar, ve bir sürü felaket karşısında sadece savaşı acıyı yaşamaya mahkumolan bir insanoğlu düşünemiyorum..... O zaman, sanat, sadece mutlu anlarda yapılan başucu şarkılarıyla ya da görsel sinema şölenleriyle kendini varederdi.Mesela Bethoven o dönemde erkek kardeşinin karısına aşık olmazdı ve biz onu dinleyemezdik gibi......İnsanlar sadece güzel zamanlarda aşık olurlardı öyle mi? Ama düşünüyorum da, insanlık tarihinde acısız, savaşsız bir dönem oldu mu? Olduysa aşklar o dönemde saklı kalmış olmalı:)

ezop dedi ki...

sevgili simone,
senden sonra artık kırmızı, kırmızı değil. gökyüzünün mavisi da artık mavi değil. ağaçlar artık yeşil değil. senden sonra biz olma özleminin renklerini aramalıyım. senden sonra bizleri utangaç ve kaçak kılan acıyı bile özlüyorum. bekleyişlerim... vazgeçişlerim... şifreli mesajları özlüyorum. görmek istemeyenlerin kör dünyasında kaçamak bakışmalarımızı. bizleri görselerdi, onların utancı, nefreti, acımasızlığı olurduk. senden af dileme cesaretini henüz gösteremediğim için pişmanlık duyuyorum. o yüzden artık pencerene bile bakamıyorum. seni hep orada görürdüm, henüz adını bile bilmezken. senin daha iyi bir dünya düşlediğin zamanlar. bir ağacın ağaç, mavinin gökyüzü olmasının yasaklanamayacağı bir dünya. bilmem bu daha iyi bir dünya mı? artık kimse bana davide demiyor. bay veroli diyorlar. bunun daha iyi bir dünya olduğunu nasıl söyleyebilirim? senin olmadığın bir dünya için bunu nasıl söylerim?

"Karşı Pencere" filminde böyle söylüyordu değil mi genç Davide aşkına yazdığı mektubunda. Aşkını kaybetme pahasına Naziler'e peşkeş çekilen Yahudi mahallesinde yaşayanları kurtarmaya çalışan Davide pek çok kişinin gözünde her ne kadar bir kahraman olsa da o kendini böyle tarif ediyor aşkına mektubunda.Yazdıklarından çıkarttıklarım bunlardı Gayecim.Bana bunu hatırlattı...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails