Cuma, Kasım 09, 2007

Bir Hüzün Başkenti

Her kentin, her mekanın bir kalbi olduğunu düşünmüşümdür her zaman. Kendine has kişiliğiyle yaşayan bir canlıdır kentler de. Bazı kentler vardır enerjiktir, coşkuludur. Bazıları ise hüzünlü...Tarihin sillesini yemiş, acılarla dolu küfesini yüklenmiş giden. Kudüs bu küfeyi sırtlayan belki de en bilindik kenttir. Bir diğeri ise Berlin... Farklı ülkelerin farklı kentlerine yolum düştü. Ancak hiç biri Berlin kadar derin bir hüzne boğmadı beni. Sıcak savaşın bıraktığı taş yığınlarının arasından yeniden yükselirken bu sefer de soğuk savaşın oyunlarına sahne olmuş, halkı bir duvarla ikiye bölünmüş bir kentti burası, ve yıkılışının üzerinden 12 yıl geçse de duvarın kalbine kazıdığı izler hala çok rahatlıkla okunabiliyordu. "Unter den Linden" ne kadar kalabalık, ne kadar hareketli olsa da tarifi zor bir hüzün bırakıyordu üzerimde. Oysa ne de güzel bir karşılığı vardı dilimde caddenin: Ihlamurlar Altında! Nazi döneminin acımasızlığı, Sovyet egemenliğinin soğukluğu ile birleşiyor, kapitalizmin yapışkan yayılmacılığı ise kentin siluetine hafif meşreplik katıyordu.
Otomasyon düzenin insanları bir seri üretim hattı gibi akıp gidiyorken engelleri yıkılan doğu ile batı arasında ben, duvara rağmen bir aşkın nasıl sürdürülebildiğini düşünüyordum romantik bir ruh haliyle. Ya da bir duvar parçasının kaç kişinin kanını emdiğini...
Duvar bir semboldü sadece beyinlerimize değil, yüreğimize de kazınan. Bize yıllarca Doğu Almanya'nın komünist düşünceyle insanları esir aldığı anlatılmıştı. O yüzden olsa gerek doğu yakası dünyaya kapalıydı, soğuktu. Oysa ki haşmetli ama tek tip binaları, geniş caddeleri kaplıyordu, tıp kı başkent Ankara'daki gibi. Batı ise yüzünü Amerika'ya dönmüş, gece kulüpleri, kültür aktiviteleri, alış veriş merkezleriyle fıkır fıkır bir Avrupa Kentiydi. Oysa kapitalist ekonomiyi beslemek için kurulan fabrikalarda çalışması için davet ettiği "yabancıların" kendine bile yaban olduğu bir dramın ev sahibiydi sokak sokak, mahalle mahalle...Böylesine farklı, böylesine ayrıydı kentin iki yakası birbirinden ve bu aykırılığıydı belki onu böylesine kederli ve bir o kadar anlamlı kılan......Belki sırf bu yüzden adını her duyduğumda yüreğimin cız edişi.
Berlin halkı duvarın yıkılışının 18. yılını kutluyor, duvarın böldüğü hayatları anarak. Bazısı ise doğu ve batının ayırldğı günlerin özlemini duyuyor. Bense duvarın küçük bir parçasıyla sanki tarihin bir bölümüne sahip olduğum hissini taşıyorum.
"Goodbye Lenin" bu hüznü kentin fonu üzerine inşa edilen yaşamlar üzerinden işliyor. Kişilerin yaşamı, kentin dramına; kentin parçalanmışlığı kişilerin yaşamına karışıyor...Film, kimi zaman esprili ama bolca hüzünlü bir anlatım sunuyor Berlin üzerinden, tıp kı kentin kendisi gibi. Duvarın yıkılışının yıl dönümü olan bu günde eğer kendinize ayıracak biraz zamanınız varsa bu filmi izlemenizi öneririm. Tarafsız ve yalın bir anlatımla hazırlanmış ve gerçekten o döneme ışık tutuyor.

3 yorum:

Nihat Demirkol dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Unknown dedi ki...

get redirected heremore helpful hints check my blogClicking Here his comment is herenews

tathe dedi ki...

t7d73h2l12 k8k35k6d86 s7n04p2t84 h9e86j3p40 w2t18w2u06 h5s24i2v88

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails