Perşembe, Temmuz 19, 2007
Mış, miş, muş, müş
Salı, Temmuz 17, 2007
Bodrum'un dağlarında hangi maden var?
Cuma, Temmuz 13, 2007
Garipliklerin sıradanlaştığı ülke...
Salı, Temmuz 10, 2007
Vakit göçme vaktidir,hadi bana eyvallah!
Perşembe, Temmuz 05, 2007
Ithaki'ye yolculuk...
Yol ve yolculuk temasıyla açılmışken bir önceki yazı yolculuğa dair usta şair Kavafis tarafından yazılmış bu muhteşem şiire değinmeden geçemezdim. Hiç unutmuyorum yıllar önce bir arkadaşım "senin için önemli olan İtake mi? yoksa İtake'ye yolculuk mu?" demişti bana. Sanırım İtake'ye yolculuk her zaman daha önemli bir yer işgal ediyor hayatımda. Göçebe kültürümün izlerini taşıyor yüreğim. Konar göçer bir tarihten geliyorum. O yüzden yollar, yolculuklar her zaman varılandan daha değerli oluyor...
.....................................................................
İtaki'ye doğru yola çıktığın zaman
Yolun uzasın
nice yaz şafaklarıyla beraber
ilk gördüğün limanlara
-coşkuyla, sevinçle- varmak için;
durup Fenike çarşılarından
has mallar almak için,
sedefi ve mercanı, abanoz ve kehribarı
ve her yana gönlünce saçabileceğin
baş döndürücü kokuları;
sonra Mısır kentlerini görmek için
bilgilerden bilgiler derlemek için
yolunu uzatmaya bak.
İtaki hep aklında olsun
amacın orasıdır ve oraya gidiyorsun
ama gerek yok ayağını çabuk tutmana,
yıllarca sürmelidir bu gezi,
öyle ki yaşlanıp o adaya vardığında ,
yolda kazandıklarınla zaten zengin,
İtaki'den zenginlik beklemeyesin.
İtaki eşsiz bir gezi sağladı sana,
o olmasa yola çıkmayacaktın
onun vereceği bir şeyi yoktu başka.
ve şimdi sen onu yoksul buluyorsan, İtaki aldatmış
değildir seni.
Artık sen bir bilgesin, bunca deneyden geçtin
İtakiler ne demektir artık bilirsin.
Usta şair ve Cumhuriyet tarihinin en önemli düşünürlerinden İsmet Özel'in çeviriyle
Çarşamba, Temmuz 04, 2007
Şeb-i Aruz
Salı, Temmuz 03, 2007
Six Feet Under'da Yolun Sonuna Geldik
Hayat bir yolculuk.Kimisi için kısa kimisi için uzun olan bir yolculuk.
Bu hafta sonlanan "Six Feet Under"ın final sahnesi de yol metaforuna dayanıyor, hayatı yolculuk teması üzerinden açıklıyordu.
"Ölüme ve hayatın anlamına dair..." bir diziydi Six Feet Under ve her ölümün arkasında bir hayatın, her hayatın sonunda bizi bekleyen bir sonun olduğunu hatırlatan; işte tam da bu yüzden hayatın, yaşamakta olduğumuz anların anlamını düşünmeye yönlendiren bir araçtı. Azılı bir katil, bir tecavüzcünün arkasından üzülen, onu kaybettiği için göz yaşı döken insanların olabileceğini fark ettiren, alternatif düşünce kapılarını aralamamıza, önümüze çıkarttığı yollardan yürürken farklılıklara duyarlı olmayı öğrenmemize yardımcı olan bir fenomendi ve her fani gibi o da bitti. Acaba beni nasıl bir son bekliyor? sorusunu akıllarımıza bırakarak gitti.
Finale üç hafta kala aile içindeki çözülmeyi başlatan elbette Nate'in ölümüydü. Ancak benim için en hayret verici ve bir o kadar da "işte budur!" dedirtici olay Nate'in cenazesinde gerçekleşti. İnsanların sevdiklerini uğurlarken görmek istedikleri cenaze organizasyonlarını hazırlayan Nate, kendi finalini de büyük bir titizlikle planlamış, nasıl gömüleceğini, mezarının başında nasıl bir konuşma yapılmasını istediğini ayarlamıştı. Tabi ki işin ilginç yanı bu değil. Babadan kalma işi bu olan bir adamın kendi sonunu planlaması, organizasyonu yapıp da gitmesi çok da şaşırtıcı bir durum olmasa gerek. Ancak Nate'in cenaze evlerindeki onca güzel ve pahalı tabut arasından kendisine bir tanee seçmeyerek sadece "beyaz bir kefenle" gömülmek istemesi ve gömülürken okunması için Mevlana'nın mesnevisinden bir bölümü seçmesi ilginç ve bir o kadar da güzel bir durum.
İlginç diyorum çünkü varoluşçuluk teması üzerine inşa edilen bir dizide Sartre yerine Mevlana'nın seçilmiş olması hem O'nun ne kadar önemli bir varoluşçu olduğuna işaret ediyor, ve onu tüm dünyaya tanıtıyor hem de bizim (batı fenomenolojisinin kuyruğuna yapışmış giden Psikoloji anlayışımız kast edilmektedir) arkamızı döndüğümüz bu büyük filozofu yeniden kucaklamamıza vesile oluyordu. Kendisini Secret'ta, Ferrarisini Satan Bilge' de ya da daha da komiği Ferrari Aldıran Bilgelik'te arayanlara ise anlaşıldığı ve takip edildiği ölçüde harbi bir "kapak" oluyordu. Bununla beraber Nate'in Hıristiyan geleneklerine göre değil de Müslüman törenlerini andıran bir görüntüyle defnedilmesi A.B.D'de yükselen İslamafobi'ye de ciddi bir gönderme olmuştur diye düşünüyorum.
Dedim ya bu dizi bir yanımızda gizlenen homofobimizle, İslamafobimizle, savaş sempatimizle, güçlü olmayan benliğimizle, çatışmalı yönlerimizle, içselleştirdiğimiz hakim ideolojilerimizdeki çarpıklıklarla yüzleşmemizi sağlıyordu. Ama, sanki hiç sonlanmayacakmış gibi gelse de bize neticede o da bir ölümlüydü...
